Danıştay?ın görev alanına giren uyuşmazlıklar:
İlk derece mahkemesi olarak Danıştay?da görülecek davalar şunlardır :
a- Bakanlar Kurulu kararlarına karşı açılacak iptal ve tam yargı (tazminat) davaları, (2575/24-1/a)
b- Başbakanlık, bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının müsteşarlarıyla ilgili müşterek kararnamelere karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları, (2575/24-1/b)
c- Bakanlıkların düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları, (2575/24-1/c)
d- Danıştay İdari dairesince veya İdari İşler Kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve işlemlere karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları, (2575/24-1/d)
e- Birden çok idare veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlemlere karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları, (2575/24-1/e)
f- Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu kararları ile bu Kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı işlemlerine karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları, (2575/24-1/f)
Temyiz yoluyla Danıştay?da görülecek davalar:
İdare mahkemeleri ile vergi mahkemelerince verilen nihai kararlar ve ilk derece mahkemesi olarak Danıştay?da görülen davalarla ilgili nihai kararlar Danıştay?da temyiz yoluyla incelenir ve karara bağlanır. (2575/25)
Danıştay ayrıca, görevli ve yetkili mahkemeyi belirlemek üzere gönderilen dava dosyalarını da inceler ve bu hususta kesin karar verir. (2577/44-1-b)
İdare Mahkemelerinin görev alanına giren uyuşmazlıklar:
İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede mahkemesi olarak Danıştay?da çözümlenecek uyuşmazlıklar dışında:
a- İptal davaları, (2576/5-1/a)
b- Tam yargı (tazminat) davaları, (2576/5-1/b)
c- Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar, (2576/5-1/c) İdare Mahkemelerinin görevi alanına girer.
Vergi mahkemelerinin görev alanına giren uyuşmazlıklar:
a- Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar, (2576/6-a)
b- (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun?un uygulanmasına ilişkin davalar, (2576/6-b) Vergi mahkemelerinin görev alanına girer.
Bölge idare mahkemelerinin görev alanına giren uyuşmazlıklar :
Bölge idare mahkemeleri :
a- Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hakim tarafından verilen kararlar ile yasada sayılan bazı heyet kararlarını (86. soruya bakın) itiraz üzerine inceler ve kesin olarak hükme bağlar. (2576/8-a)
b- Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını kesin karara bağlar, (2576/8-b)
İdari dava türleri :
a- İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları, (2577/2-1/a)
b- İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı (tazminat) davaları, (2577/2-1/b)
c- Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar. (2577/2-1/c)
2577 Sayılı İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNU
İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı:
Madde 2 - 1. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır: a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) (Değişik: 18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar. 2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler. 3. Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya yaptığı işlemler idari yargı denetimi dışındadır. İdari davaların açılması:
Madde 3 - 1. (Değişik: 10/6/1994-4001/2 md.) İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır. 2. Dilekçelerde; a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adresleri b) Davanın konu ve sebepleri ile dayandığı deliller, c) Davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihi, d) Vergi, resim, harç, benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktar, e) Vergi davalarında davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi ve numarası ve varsa mükellef hesap numarası, Gösterilir. 3. Dava konusu kararın ve belgelerin asılları veya örnekleri dava dilekçesine eklenir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur. Dilekçelerin verileceği yerler:
Madde 4 - Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrak, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk hakimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir. Aynı dilekçe ile dava açılabilecek haller:
Madde 5 - (Değişik: 10/6/1994-4001/3 md.) 1. Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir. 2. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir. Dava açma süresi:
Madde 7 - 1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. 2. Bu süreler; a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı, b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği; Tarihi izleyen günden başlar. 3. Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün sonra işlemeye başlar. 4. İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz. Sürelerle ilgili genel esaslar:
Madde 8 - 1. Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar. 2. Tatil günleri sürelere dahildir. Şu kadarki, sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar. 3. Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır. Görevli olmayan yerlere başvurma: Madde 9 - 1. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/2 md.) Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. 2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir. İdari makamların sükutu:
Madde 10 - 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. 2. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/5 md.) Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı,isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler. Üst makamlara başvurma:
Madde 11 - 1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. 2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. 3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır. İptal ve tam yargı davaları:
Madde 12 - İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır. Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması:
Madde 13 - 1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. 2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz. Dilekçeler üzerine ilk inceleme:
Madde 14 - 1. Dilekçeler Danıştayda Evrak Müdürlüğünce kaydedilir ve Genel Sekreterlikçe görevli dairelere havale olunur. 2. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/5 md.) Dilekçeler, idare ve vergi mahkemelerin-de, mahkeme başkanının veya hakimin havalesi ile kaydolunur. 3. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/5 md.) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki, b) İdari merci tecavüzü, c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı, f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, Yönlerinden sırasıyla incelenir. 4. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/5 md.) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır. 5. İlk incelemeyi yapanlar, bu noktalardan kanuna aykırılık görmezler veya daire veya mahkeme tarafından ilk inceleme raporu yerinde görülmezse, tebligat işlemi yapılır. 6. Yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15 nci madde hükmü uygulanır. İlk inceleme üzerine verilecek karar:
Madde 15 - 1. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/6 md.) Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin; a) 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine, b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine, c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine, d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine, e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine, Karar verilir. 2. Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir. 3. Dilekçelerin 3 ncü maddeye uygun olmamaları dolayısıyla reddi halinde yeni dilekçeler için ayrıca harç alınmaz. 4. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/7 md.) İlk inceleme üzerine Danıştay veya mahkemelerce verilen; bu maddenin 1/a bendinde belirtilen idari yargının görevli olduğu konularda davanın görev ve yetki yönünden reddine ilişkin kararlarla, 1/c bendinde yazılı gerçek hasma tebliğ ve 1/d bendindeki dilekçe red kararları dışında, kararın düzeltilmesi veya temyiz yoluna; tek hakim kararına karşı ise itiraz yoluna başvurulabilir. 5. (Ek: 5/4/1990 - 3622/6 md.) 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir. Tebligat ve cevap verme:
Madde 16 - 1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur. 2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir. 3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez. 4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. 5. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/8 md.) Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir. Duruşma:
Madde 17 - 1. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/7 md.) Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve birmilyar lirayı aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı birmilyar lirayı aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.(1) 2. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır. 3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir. 4. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/7 md.) 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir. 5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir. Duruşmalara ilişkin esaslar:
Madde 18 - 1. Duruşmalar açık olarak yapılır. Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin gerekli kıldığı hallerde, görevli daire veya mahkemenin kararı ile, duruşmanın bir kısmı veya tamamı gizli olarak yapılır. 2. Duruşmaları başkan yönetir. 3. Duruşmalarda taraflara ikişer defa söz verilir. Taraflardan yalnız biri gelirse onun açıklamaları dinlenir; hiç biri gelmezse duruşma açılmaz, inceleme evrak üzerinde yapılır. 4. Danıştayda görülen davaların duruşmalarında savcının bulunması şarttır. Taraflar dinlendikten sonra savcı yazılı düşüncesini açıklar. Bundan sonra taraflara son olarak ne diyecekleri sorulur ve duruşmaya son verilir. 5. Duruşmalı işlerde savcılar, keşif, bilirkişi incelemesi veya delil tespiti yapılmasını yahut işlem dosyasının getirtilmesini istedikleri takdirde, bu istekleri görevli daire veya kurul tarafından kabul edilmezse, işin esası hakkında ayrıca yazılı olarak düşünce bildirirler. Duruşmalı işlerde karar verilmesi:
Madde 19 - (Değişik birinci cümle: 10/6/1994 - 4001/9 md.) Duruşma yapıldıktan sonra en geç onbeş gün içinde karar verilir. Ara kararı verilen hallerde, bu kararın yerine getirilmesi üzerine, dosyalar öncelikle incelenir. Dosyaların incelenmesi:
Madde 20 - 1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. 2. Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde, bu durumun verilecek karar üzerindeki etkisi mahkemece önceden takdir edilir ve arakararında bu husus ayrıca belirtilir. 3. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan veya ilgili bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. (Ek Cümle: 10/6/1994 - 4001/10 md.) Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez. 4. (Mülga: 10/6/1994 - 4001/10 md.) 5. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/8 md.) Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; (1) diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır. Sonradan ibraz olunan belgeler:
Madde 21 - Dilekçeler ve savunmalarla birlikte verilmeyen belgeler, bunların vaktinde ibraz edilmelerine imkan bulunmadığına mahkemece kanaat getirilirse, kabul ve diğer tarafa tebliğ edilir. Bu belgeler duruşmada ibraz edilir ve diğer taraf cevabını hemen verebileceğini beyan eder veya cevap vermeye lüzum görmezse, ayrıca tebliğ edilmez. Davaların karara bağlanması:
Madde 22 - 1. Konular aydınlandığında meseleler sırasıyla oya konulur ve karara bağlanır. 2. 15 nci maddede sayılan sebeplerden biri ile veya yargılama usullerine ilişkin meselelerde azınlıkta kalanlar işin esası hakkında da oylarını kullanırlar. Azınlıkta kalanların görüşleri, kararların altına yazılır. Tutanaklar:
Madde 23 - Her dava dosyası için görüşmelere katılan başkan ve üyelerin, Danıştayda düşünce veren savcının, tetkik hakiminin ve tarafların ad ve soyadlarını, incelenen dosya numarasını, kısaca dava konusunu ve verilen kararın neticesini, çoğunlukta ve azınlıkta bulunanları gösteren bir tutanak düzenlenir. Bu tutanaklar görüşmelere katılanlar tarafından aynı toplantıda imzalanır ve dosyalarında saklanır.
16 Ekim 2009 Cuma
itirazın kaldırılması
T.C. YARGITAY12.Hukuk Dairesi
Esas: 2003/5155
Karar: 2003/7562
Karar Tarihi: 08.04.2003
ÖZET : İcra takibinin dayanağı belge İİK.nun 68/1. maddesinde sözü edilen ve mücerret borç ikrarını içeren adi senettir. İİK.nun 62/5. maddesi gereğince borçlu icra dairesine verdiği itiraz dilekçesinde senet altındaki imzayı "ayrıca ve açıkça" reddetmediği için bu takip yönünden senetteki imzasını kabul etmiş sayılır. Bu durumda alacaklı İİK.nun 68/1. maddesinde sayılan ve kendisine itirazın kaldırılması olanağını sağlayan bu belge ile mercie başvurup, borçlunun itirazının kaldırılmasını istemekle haklıdır.
Yukarıda açıklanan gerekçe nedeni ile senetteki imzası ikrar edilmiş sayılan ve takip hukuku yönünden geçerli bir ödeme belgesi sunamayan borçlunun itirazının kaldırılması yönündeki mercii kararı yasaya ve yukarıda açıklanan kurallara uygun olup onanmayı gerektirir.(2004 S. K. m. 62, 68)Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının bozulmasını mutazammın 24.12.2002 tarih, 26334/27484 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Alacaklı vekili tarafından borçlu Bedriye Taşçı hakkında genel haciz yolu ile icra takibine geçilmiş ve borçluya gönderilen 49 örnek ödeme emri 14.03.2002 tarihinde tebliğ edilmiştir. Borçlunun İİK.nun 62/1. maddesinde yazılı yedi günlük süre içerisinde icra dairesine başvurarak "borca itiraz ettiği" dayanak belge altındaki imzasına karşı çıkmadığı anlaşılmıştır. İcra takibinin dayanağı belge İİK.nun 68/1. maddesinde sözü edilen ve mücerret borç ikrarını içeren adi senettir. İİK.nun 62/5. maddesi gereğince borçlu icra dairesine verdiği itiraz dilekçesinde senet altındaki imzayı "ayrıca ve açıkça" reddetmediği için bu takip yönünden senetteki imzasını kabul etmiş sayılır. Bu durumda alacaklı İİK.nun 68/1. maddesinde sayılan ve kendisine itirazın kaldırılması olanağını sağlayan bu belge ile mercie başvurup, borçlunun itirazının kaldırılmasını istemekle haklıdır. Yukarıda açıklanan gerekçe nedeni ile senetteki imzası ikrar edilmiş sayılan ve takip hukuku yönünden geçerli bir ödeme belgesi sunamayan borçlunun itirazının kaldırılması yönündeki mercii kararı yasaya ve yukarıda açıklanan kurallara uygun olup, onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla karar düzeltme istemi kabul edilmelidir. Sonuç: Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 24.12.2002 tarih ve 2002/26334-27484 sayılı bozma kararının kaldırılmasına ve mercii kararının yukarıda açıklanan nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, mercii kararı düzeltilerek onandığından harç alınmasına mahal olmadığına, 08.04.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.
Esas: 2003/5155
Karar: 2003/7562
Karar Tarihi: 08.04.2003
ÖZET : İcra takibinin dayanağı belge İİK.nun 68/1. maddesinde sözü edilen ve mücerret borç ikrarını içeren adi senettir. İİK.nun 62/5. maddesi gereğince borçlu icra dairesine verdiği itiraz dilekçesinde senet altındaki imzayı "ayrıca ve açıkça" reddetmediği için bu takip yönünden senetteki imzasını kabul etmiş sayılır. Bu durumda alacaklı İİK.nun 68/1. maddesinde sayılan ve kendisine itirazın kaldırılması olanağını sağlayan bu belge ile mercie başvurup, borçlunun itirazının kaldırılmasını istemekle haklıdır.
Yukarıda açıklanan gerekçe nedeni ile senetteki imzası ikrar edilmiş sayılan ve takip hukuku yönünden geçerli bir ödeme belgesi sunamayan borçlunun itirazının kaldırılması yönündeki mercii kararı yasaya ve yukarıda açıklanan kurallara uygun olup onanmayı gerektirir.(2004 S. K. m. 62, 68)Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının bozulmasını mutazammın 24.12.2002 tarih, 26334/27484 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Alacaklı vekili tarafından borçlu Bedriye Taşçı hakkında genel haciz yolu ile icra takibine geçilmiş ve borçluya gönderilen 49 örnek ödeme emri 14.03.2002 tarihinde tebliğ edilmiştir. Borçlunun İİK.nun 62/1. maddesinde yazılı yedi günlük süre içerisinde icra dairesine başvurarak "borca itiraz ettiği" dayanak belge altındaki imzasına karşı çıkmadığı anlaşılmıştır. İcra takibinin dayanağı belge İİK.nun 68/1. maddesinde sözü edilen ve mücerret borç ikrarını içeren adi senettir. İİK.nun 62/5. maddesi gereğince borçlu icra dairesine verdiği itiraz dilekçesinde senet altındaki imzayı "ayrıca ve açıkça" reddetmediği için bu takip yönünden senetteki imzasını kabul etmiş sayılır. Bu durumda alacaklı İİK.nun 68/1. maddesinde sayılan ve kendisine itirazın kaldırılması olanağını sağlayan bu belge ile mercie başvurup, borçlunun itirazının kaldırılmasını istemekle haklıdır. Yukarıda açıklanan gerekçe nedeni ile senetteki imzası ikrar edilmiş sayılan ve takip hukuku yönünden geçerli bir ödeme belgesi sunamayan borçlunun itirazının kaldırılması yönündeki mercii kararı yasaya ve yukarıda açıklanan kurallara uygun olup, onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla karar düzeltme istemi kabul edilmelidir. Sonuç: Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 24.12.2002 tarih ve 2002/26334-27484 sayılı bozma kararının kaldırılmasına ve mercii kararının yukarıda açıklanan nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, mercii kararı düzeltilerek onandığından harç alınmasına mahal olmadığına, 08.04.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.
15 Ekim 2009 Perşembe
HUKUKUMUZDA REKABET YASAĞININ DÜZENLENMESİ
1. Türk Ticaret Kanunundaki hükümler
1.1. Ticaret şirketleri ile ilgili hükümler
Türk Ticaret Kanununda ticaret şirketleri olarak nitelendirilen kollektif şirketler bakımından rekabet yasağı, TTK’nin 172 ve 173’üncü maddelerinde, komandit şirketler bakımından TTK’nin 250’nci maddesinde, hisseli komandit şirketler bakımından TTK’nin 483’üncü maddesinde, anonim şirket yönetim kurulu üyeleri bakımından TTK’nin 335’inci maddesinde, limited şirket müdürleri bakımından ise TTK’nin 547’nci maddesinde düzenlenmiştir.
1.1.1. Kollektif şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’de, kollektif şirket ortaklarının rekabet yasağına ilişkin iki madde bulunmaktadır. TTK’nin 172’nci maddesinde “Rekabet Yasağı” başlığı ile bu yasağın esası hükme bağlanırken, TTK’nin 173’üncü maddesinde bu yasağa “aykırı davranışın” sonuçları düzenlenmiştir.
Kollektif şirketlerde, ortaklar kazanç sağlamak ve ortaklık kazancını azaltıcı işlemlerde bulunmamakla yükümlüdürler. Zira, kollektif şirketlerde tıpkı adî şirketlerde olduğu gibi idare ve temsil tüm ortaklar tarafından kullanıldığından, ortakların ticarî sırlara vakıf olarak, şirketle rekabete girmesi diğer ortakları zarara uğratabilir. Bu sebeple, sadakat borcunun özel bir hâlini oluşturan rekabet yasağı Yasada ayrıca ve özellikle düzenlenmiştir.(1)
TTK’nin 172’nci maddesine göre; Bir ortak, şirketin yaptığı ticarî işler nevinden bir işi, diğer ortakların rızası olmaksızın kendi veya başkası hesabına yapamayacağı gibi, aynı nevi ticarî işlerle meşgul bir şirkete sınırsız sorumlu ortak olarak da giremez.(2)
Görüldüğü gibi, kollektif şirketlerde rekabet yasağının ihlâlinden söz etmek için ortakların şirketin yaptığı ticarî işler nevinden bir işi yapıyor olması gereklidir. Ancak bu şart tek başına yeterli değildir. Zira bu işin şirket tarafından bizzat icra edilmesi de gereklidir.(3)
Zira uygulamada şirketler, şirket ana sözleşmeleri tanzim edilirken gelecekte girişecekleri işleri de şirket ana sözleşmesine dahil etmektedirler. Bu durumda rekabet yasağının neye göre belirleneceği önem arz etmektedir. Bir başka deyimle, rekabet yasağı ana sözleşmeye göre mi, yoksa uygulamaya göre mi belirlenecektir? Bu sorunun cevabı uygulamada ortağın şirketin fiilen iştigal ettiği konularda rekabete girmesi olarak verilmektedir. Yani şirket ana sözleşmesinde hangi konular yazılı olursa olsun, önemli olan, şirketin fiilen yürüttüğü konularda rekabete girip girmediğinin tespitidir.(4)
Kollektif şirket ortağı, diğer ortakların izni olmadan, rekabet yasağı kapsamına giren bir işi kendi hesabına veya başkası hesabına yapmışsa, ayrıca ortağı bulunduğu kollektif şirketle aynı neviden ticarî iş yapan bir şirkete sınırsız sorumlu ortak olarak katılırsa, rekabet yasağının sonuçlarına katlanacaktır.
Kanunda sayılan rekabet hallerine ek olarak, ortağı bulunduğu kollektif şirketle aynı neviden ticarî iş yapan bir şirkete yönetici olarak katılan ortağın durumu da rekabet yasağının ihlâli olarak kabul edilmektedir.(5)
Ticaret şirketleri içerisinde, kollektif şirketin, komandit ve hisseli komandit şirketin komandite ortakları sınırsız sorumlu ortak niteliğinde bulunmaktadır. Kanun ortağın bu sıfatla bir başka şirkete girmesini yasaklamıştır. Sınırsız sorumluluk dışında kalan ortak olmasını veya bir anonim şirket veya limited şirkete girmesini rekabet yasağının dışında bırakmıştır.(6)
Rekabet yasağına ilişkin sonuçların doğabilmesi için diğer ortakların rekabette bulunan ortağın yaptığı işleme razı olmamaları gerekir (172/1). Şayet diğer ortaklar rekabete konu işlemden haberdar olmalarına rağmen bu duruma sarih veya zımnî olarak muvafakat etmişlerse ortak aleyhine her hangi bir sonuç doğmaz. Rekabete muvafakat edilmesi herhangi bir şekil şartına bağlı değildir. Muvafakatin işin yapılmasından önce veya sonra alınması mümkündür.
Bir şirkete kuruluş aşamasında (TTK 172/2) veya sonradan girecek ortağın, daha önce aynı konuda faaliyet gösterdiği tespit edildiği hâlde itiraz edilmemesi durumunda, tüm ortakların rızalarının bulunduğu kabul edilir. Şirket ana sözleşmesinde aksine bir düzenleme yoksa muvafakat için diğer ortakların oy birliği ile bir karar alması gereklidir.(7)
TTK’nin 173’üncü maddesi(8) rekabet yasağının ihlâli hâlinde diğer ortaklara bu duruma daha önceden veya daha sonradan aldıkları bir kararla (zımnî veya sarih) muvafakat etmedikleri takdirde bir takım seçim hakları tanımıştır. Bunlar;
1. Ortaklar, rekabet yasağının ihlâli dolayısıyla, uğradığı zararın tazminini talep edebilir(173/1).(9)
2. Şayet ortaklar tazminat talep etmiyorlarsa; söz konusu işlemi kendi adına yapan ortaktan, o işin şirket adına yapılmış sayılmasını isteyebilir (173/1).
3. Yasak kapsamına giren iş, ortağın kendi adına değil de üçüncü şahıslar hesabına yapılmış ise şirket bu defa elde edeceği menfaatin şirkete verilmesini talep edebilir (173/1).
4. Rekabet yasağının ihlâl edilmesi, diğer ortaklara aynı zamanda haklı sebeplerle şirketin feshini talep etme hakkını da vermektedir (173/2).
Bu talepler, şirket ortaklarının rekabet yasağını öğrendikleri tarihten itibaren 3 ay ve her hâlde fiil ve işlemin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde zamanaşımına uğrar (173/1).(10)
1.1.2. Komandit şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’nin 250’nci maddesi komandit şirketler bakımından rekabet yasağını tanzim etmiş bulunmaktadır. Komandite ortaklar bakımından rekabet yasağı, aynen kollektif şirket ortağının durumu gibidir. Komandite ortak, şirketle rekabete girişecek bir muamele ve davranışta bulunursa haklarında TTK’nin 172 ve 173’üncü madde hükümleri aynen geçerli olacaktır.(11)
Komandit ortaklıkta, komanditer ortakların idare hakkı yoktur. Bu sebeple TTK’nin 250’nci maddesinde, komanditer ortaklar için rekabet yasağı öngörülmemiştir. Komandit ortağın bu durumu, şirkete yalnız sermaye koymak suretiyle iştirak etmiş olması ve komandite ortaklar gibi şirketin idare ve temsil yetkisi ile donatılmamalarından kaynaklanmaktadır.(12)
TTK’nin 250’nci maddesi “kollektif ortakların şirket mevzuunu teşkil eden muamelelerin aynını yapamayacaklarına dair olan 172’nci madde hükmünün komanditerler hakkında uygulanamayacağını” öngörmüş bulunmaktadır. Rekabet yasağının uygulama sahası dışına çıkan komanditer ortakların TTK’nin 249’uncu maddesinde tanınan yetkiden yararlanarak elde ettiği bilgileri şirket aleyhine kullanmaları hâlinde şirketin menfaatlerinin haleldar olacağını göz önünde tutan yasa koyucu TTK’nin 250’nci maddesinde, komanditerler, şirket konusunu teşkil eden işlerle uğraşacak bir işletme açar veya böyle bir işletme açan bir şahıs ile ortak olur veyahut bu mahiyette bir şirkete dahil olursa komandit şirketin evrak ve defterlerini incelemek hakkını kaybederler, hükmünü kabul etmek suretiyle(13) rekabete konu durumların meydana gelmesinin önüne geçmek istemiştir.
TTK’nin 250’nci maddesi komanditer ortakların “şirket evrak ve defterlerini incelemek” hakkını kaybedeceğinden bahsetmektedir. Oysa komanditerlerin denetleme haklarının içeriğini belirleyen TTK’nin 249/1’inci maddesinde “şirketin envanteriyle bilanço içeriğini ve bunların sıhhatini” incelemeden; TTK’nin 249/2’nci maddesinde ise “şirketin işlerinin ve mevcudunun” incelenmesinden söz edilmektedir. Söz konusu farklı ifadeler sebebiyle, komanditerlerin kaybedeceği hakkın kapsamı üzerinde değişik düşünceler ortaya atılmıştır. Bazı yazarlar komanditerlerin, yalnızca “şirketin evrak ve defterlerini” incelemek hakkını kaybedeceğini, ancak yıl sonunda ortaklık bilançosunu ve kâr-zarar hesabını inceleme yetkisini muhafaza edeceğini, TTK’nin 249/2’nci maddesinde öngörülen imkânlardan yararlanabileceklerini savunurken(14), diğer bir kesim yalnızca TTK 249/1 maddesindeki hakkın kaybının söz konusu olacağını savunurken, diğer bir kısım ise TTK’nin 249’uncu maddesinde düzenlenen hakların tümünün kayıp edileceğini savunmaktadırlar.(15)
1.1.3. Anonim şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’nin 335’inci maddesi düzenlemesi ile, anonim şirket idare meclisi üyelerinin rekabet yasağının kapsamı düzenleme altına alınmıştır. TTK’nin 335’inci maddesi anonim şirket idare meclisi üyelerinin, genel kurulun iznini almadan şirket konusuna giren ticarî muamele nevinden bir muameleyi gerek kendi adlarına, gerekse başkası hesabına yapamayacağını, aynı nevi ticarî işlemlerle meşgul bir şirkete sorumluluğu sınırlandırılmamış ortak sıfatıyla giremeyeceğini, bu yasağa aykırılık hâlinde ise, şirketin yasağa aykırı davranan üyeden tazminat isteyebileceğini, tazminat yerine yapılan işlemin veya menfaatlerin şirkete bırakılmasını seçmekte serbest bulunduğunu, bu taleplerin ise işlemin yapıldığı tarihten itibaren üç ay ve her hâlde vukuundan itibaren bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağını düzenlemek suretiyle, yasağın kapsamını tayin etmiştir.(16)
1.1.4. Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’nin 483’üncü maddesinde, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirkette, komandite ortağın tâbi olduğu rekabet yasağı tanzim edilmiştir. Komanditer ortaklar bu yasağın dışındadır.
Komandite bir ortak, diğer komanditelerin ve genel kurulun izni olmaksızın ortaklığın konusu olan ticaret nevine ilişkin bir iş yapamayacağı gibi bu nevi ticaretle uğraşan bir ortaklığa komandite ortak sıfatıyla da dahil olamaz. Bu kurala aykırı hareket eden komandite ortak hakkında TTK’nin 173’üncü maddesi hükmü uygulanır (TTK 483).(17)
1.1.5. Limited şirketler ile ilgili düzenlemeler
Limited şirketlerde rekabet yasağı, TTK’nin 547’nci maddesinde tanzim edilmiştir. TTK’nin 547’nci maddesi düzenlemesine göre “Müdür olan bir ortak, diğer ortakların muvafakati olmadan şirketin uğraştığı ticaret dalında ne kendi ve ne de başkası hesabına iş göremeyeceği gibi başka bir işletmeye mes’uliyeti tahdit edilmemiş ortak, komanditer ortak veya limited şirketin azası sıfatıyle iştirak dahi edemez. Bu yasak mukaveleye konacak hükümle bütün ortaklara teşmil edilebilir.”(18) hükmünü tanzim etmek suretiyle yasağın kapsamını belirlemiştir.
1.2. Ticaret şirketlerine ilişkin olmayan hükümler
Yukarıda zikrettiğimiz ticaret şirketlerine ilişkin ticaret kanununda tanzim edilen rekabet yasağına ilişkin hükümlerin dışında, ayrıca yönetim kurulu üyesi olmayan TTK’nin 319’uncu maddesinde düzenlenen müdürler ile TTK’nin 342-345’nci maddelerinde düzenlenen müdürler de şirketle rekabet yapma yasağına tâbidir.(19)
Şirketi idare ve temsil yetkisini haiz müdürler, şayet şirketle rekabete girişecek olurlarsa, haklarında Borçlar Kanununun 455’inci maddesi hükümleri uygulama sahası bulacaktır. İdare ve temsil yetkisini haiz olmayan müdürlerin, şirkette çalıştıkları süre içerisinde şirketle rekabet etmemeleri ise, bizzat hizmet akdinin niteliğinden kaynaklanmaktadır.(20)
TTK’nin 319 ve 342-345’inci maddelerinde düzenlenen müdürler görevlerini ifa ederken, işler için gereken dikkat ve ihtimamı göstermek, şirketin zararına olacak davranışlardan kaçınmak, şirkete ait öğrendikleri imalât ve ticarî sırları saklamak ve şirketle rekabet teşkil edici işlemlerden kaçınmak zorundadırlar.(21)
Gerek TTK’nin 319’uncu ve gerekse TTK’nin 342-345’inci maddesinde düzenlenen müdürler ve şirket arasındaki ilişki, güven ve sadakat borcunu da kapsadığından, müdürler ile şirket arasında adeta bir vekalet akdinin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Dış ilişkide şirketi temsile yetkili ve şirkete ait ticarî sırları her an öğrenebilecek konumda bulunan bu şahıslar, şirket konusuna giren bir sahada ticarî muamele nevinden bir muameleyi ticarî niyetle, gerek kendi adına gerekse başkası adına yaptıkları takdirde haklarında ticarî vekil ve mümessillere uygulanan Borçlar Kanununun 455’inci maddesi hükmü uygulama sahası bulacaktır.
2. Türk Ticaret Kanunu dışındaki kanunlardaki hükümler
2.1. Ticarî mümessil ve ticarî vekilin tâbi olduğu rekabet yasağı
Borçlar Kanununun 455’inci maddesinin düzenlemesine göre “bir müessesenin bütün işlerini idare eden yahut müessese sahibinin hizmetinde bulunan ticarî mümessiller veya ticarî vekiller müessese sahibinin izni olmaksızın gerek kendi namlarına, gerek üçüncü şahıs namına müessesenin yaptığı nev’i de dahil bir iş yapamazlar” (f.1); buna muhalif harekette bulunursa müessese sahibi zarar ve ziyan istemek ve bu suretle yapılan işleri kendi hesabına almak hakkını haizdir” (f.son).
Bu yasağın iki dayanağı vardır. Birincisi, ticarî mümessil ile işletme sahibi arasında varlığı zorunlu güven ilişkisidir; ikincisi de ticarî mümessilin bağlı olduğu işletmenin sırlarını, uzun yılların tecrübelerini ve özel bilgilerini kolayca öğrenebilme durumudur.(22)
Bu yasağın kapsamına, işletmenin bütün işlerini yürütmekle genel olarak görevlendirilmiş olan ticarî temsilciler ve diğer ticarî vekiller ile genel ya da özel yetkili olmasına bakılmaksızın işletme sahibine hizmet akdi ile bağlanmış olan tüccar yardımcıları girmektedir. Bu şahıslar gerek kendi hesaplarına, gerek üçüncü şahıslar hesabına işletmenin faaliyet sahasına giren işlemleri yapamazlar.(23)
Rekabet yasağının Kanundan doğması nedeniyle ticarî mümessili atama işleminde bir açıklık olmasa dahi, rekabet yasağı her ticarî mümessile uygulanır. Bu borç kural olarak ticarî mümessillik sıfatı taşındığı sürece devam eder.
Rekabet yasağı bir akitle veya zımnî olarak kaldırılabilir, sınırlandırılabilir veya genişletilebilir. Genişletme hâlinde ölçü bireylerin ticaret ve çalışma özgürlüğüdür.
Borçlar Kanununun 455’inci maddesinde öngörülen rekabet yasağı, Ticaret Kanununda düzenlenen rekabet yasağına nazaran daha dar kapsamlıdır. Çünkü Borçlar Kanununun 455’inci maddesi yalnızca “iş yapmayı” kapsamakta, “ortak olmayı” kapsamamaktadır.(24)
Ayrıca ticarî mümessilin rekabet yasağının kapsamı, müessesenin fiilen yaptığı işler için söz konusudur. Yani ticarî mümessil, müessesenin yaptığı iş türünden bir işi yapamayacak; buna karşın bu türden olmayan işlemleri yapabilecektir.(25)
Ticarî mümessil, yasak kapsamına giren işlemleri gerek kendi namına, gerek üçüncü şahıslar namına yapamaz. Ticarî mümessil bu türden işlemleri kendi namına özellikle bir ticarî işletme (TTK 11 vd ) ya da esnaf işletmesi (TTK 13/1-2;17) açarak ya da şirketlerde yönetim kurulu üyesi olarak veya başkasının ticarî mümessili sıfatıyla gerçekleştiremez.
Ticarî mümessilin rekabet yasağına aykırı davranması sonucu işletme sahibinin sahip olacağı haklar ise Borçlar Kanununun 455/2’nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “ticarî mümessil rekabet yasağını ihlâl ederse işletme sahibi, zarar ve ziyanını istemek ve bu suretle yapılan işleri kendi hesabına almak hakkını haizdir”. İç ilişki bir hizmet akdi ise; rekabet yasağına aykırı davranış, BK 344’üncü anlamında akdin feshi için haklı bir sebep olarak gösterilebilir.(26)
Ticarî mümessilin rekabet yasağını ihlâli esas itibarıyla caiz olmayan vekaletsiz iş görme niteliğinde bulunduğundan, keza caiz olmayan vekaletsiz iş görme bir haksız fiil karakteri taşıdığından, işletme sahibinin ticarî mümessile karşı sahip olduğu talepler, Borçlar Kanunu 60/1’inci maddesine göre bir ve on yıllık zamanaşımına tâbidir. Bir yıllık süre, rekabet yasağına aykırı işlemin yapıldığının öğrenildiği, on yıllık süre ise söz konusu işlemin yapıldığı tarihte başlar.(27)
2.2. İşçinin akdi nitelikteki rekabet yapmama borcu
Kanunî rekabet yasağı ile (BK m. 455, 526; TTK m. 172, 250, 483, 335, 547) hizmet sözleşmesinin işçiye yüklediği rekabet yasağı, taraflar arasındaki hukukî ilişki devam ettiği sürece kanun hükmü gereği mevcuttur. Oysa işçinin akdi nitelikteki rekabet yapmama borcu, hizmet sözleşmesi dolayısıyla yapılan ve taraflar arasındaki hizmet ilişkisi sona erdikten sonra hükümlerini doğuran bir borçtur. İşçinin bu nitelikleri taşıyan borcu, BK’nın 348-352’nci maddeleri arasında tanzim edilmiştir.(28)
Kanun koyucu, hizmet sözleşmesinde işçiyi, iş sahibine nazaran daha zayıf konumda gördüğü için, iş sahibinin haksız menfaatler sağlayarak işçiyi ezmesini önlemek amacıyla, hizmet sözleşmesine eklenecek rekabet yasağı hakkındaki hükümleri özel olarak düzenlemek gereğini duymuştur.
Borçlar Kanununun 348-352’nci maddelerinde düzenlenen hükümlerin hizmet akdi kurulmadan veya sona erdikten sonra kararlaştırılan rekabet yasaklarına uygulanmaları mümkün değildir. Borçlar Kanununun 348-352’nci maddelerinin getirdiği düzenleme, sadece hizmet sözleşmesi zımnında yapılan rekabet yapmama sözleşmelerine uygulanabilir. Bağımsız olarak yapılan, satım, kira gibi hizmet sözleşmesinden başka bir sözleşme zımnında yapılan veya hizmet sözleşmesi sona erdikten sonra yapılan rekabet yasağı sözleşmelerine bu hükümler uygulanamaz. Bu gibi durumlarda rekabet yasağının sınırını Medeni Kanunun 23’üncü ve Borçlar Kanununun 20’inci maddeleri hükümleri çizecektir.(29)
Borçlar Kanununun 348/f.1’inci maddesine göre rekabet yasağı sözleşmesinin konusu “bir hizmet akdinde her iki tarafın, akit sona erdikten sonra(30) işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edeceği bir iş yapamamasını ve rakip bir müessesede çalışamamasını ve böyle bir müessesede ortak(31) veya sair sıfatlarla alakadar olamamasını” kararlaştırmasıdır. “Hizmet sözleşmesinin devamı sırasında, işçinin bu şekilde faaliyetlerde bulunması bizatihi hizmet sözleşmesine; hizmet sözleşmesinin sona ermesinden sonra ise rekabet yasağına aykırılık teşkil edecektir.(32)
BK’nın 348’inci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen rekabet yasağı sözleşmesinin konusunu: Hizmet akdinin hitamından sonra işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edecek bir iş yapmaması; rakip bir müessesede çalışmaması; rakip bir müessesede şerik olmaması; şerikten başka bir sıfatla dahi rakip müessese ile alâkadar olmaması,” şeklinde dört şık hâlinde özetlenebilir.
Hizmet sözleşmesine bağlı olan rekabet yasağının geçerli olabilmesi için, yazılı olarak yapılması, ayrıca sözleşmenin yapıldığı tarihte işçinin reşit olması gerekir (BK 350, 348/3’üncü fıkra).
Hizmet akdinin hitamından sonra uygulanacak rekabet yasağı, “işçinin iktisadî istikbalini, yani kişilik haklarını (MK 24) tehlikeye sokabilir. Gerek İsviçre Borçlar Kanunu ve gerekse Borçlar Kanunu bu konuda ayrıntılara girmekten kaçınarak, genel bir ölçü kabulü ile yetinmiştir. Rekabet yasağı ancak, işçinin iktisadî istikbalinin “hakkaniyete” aykırı olarak tehlikeye girmesini önleyecek surette zaman, yer ve işin nevi noktasından duruma göre münasip bir sınır dahilinde şart edilmişse geçerlidir (BK 349).
Rekabet yasağının geçerliliği bu genel düzenleme ile mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Mahkeme ise rekabet yasağının varlığını araştırırken, işçinin iktisadî istikbalini ve hakkaniyet esaslarını göz önüne alarak rekabet yasağını tespit edecektir.(33) Ayrıca, işçinin müşterileri tanıması veya sırlara nüfuz etme imkânı ile meydana gelecek zarar arasında uygun illiyet bağının varlığı da mahkeme tarafından araştırılacaktır.
İş sahibi rekabet yasağını ihlâl eden eski işçisine karşı üç çeşit dava açabilir. Bunlar, cezaî şartın ödenmesi davası, tazminat davası ve rekabetin önlenmesi davalarıdır. İşçi, kaideten kararlaştırılmış ceza miktarını ödemek suretiyle yasaktan kurtulabilir. Fakat zarar, cezaî şart miktarını aşıyorsa, işçi fazla kısmı tazminle mükellef olur.(34)
Adî şirketlerde rekabet yasağı
Adî şirketlerde rekabet yasağı, yönetici olsun olmasın tüm ortakların şirketin amacına aykırı veya şirkete zarar verebilecek işleri gerek kendi hesabına (BK m. 526) gerek başkaları hesabına yapamaması demektir.(35)
Her ne kadar Borçlar Kanununun 526’ncı maddesi düzenlemesinde “kendi hesabına” ibaresi kullanılmakta ise de doktrin, başkası hesabına yapılan işleri de şirketin feshi sebepleri (BK m. 537/7) arasında saymakta ve rekabet yasağı kapsamına dahil bulunduğunu kabul etmektedir. Ayrıca mehaz İsviçre Borçlar Kanununun konuyu tanzim eden 536’ncı maddesi kapsamına göre, ortağın “kendi özel menfaati için” şirket amacına aykırı veya muzır işler yapamayacağı ifade edilmektedir. Hatta bazı yazarlar, üçüncü şahıslar tarafından yapılsa dahi, adî şirket ortağının, o işe ait maddî menfaatlere iştirak etmesi hâlini dahi rekabet yasağının ihlâli olarak kabul etmektedir.(36)
Adî şirketlerde ortaklar, şirketin idare ve temsilini kural olarak hep birlikte kullandıklarından (BK m. 525) her ortağın, şirket işlerinin gidişatı hakkında şahsen malumat almaya, şirkete ait defter ve belgeleri incelemeye, şirketin ekonomik durumu hakkında bilgi almaya hakkı vardır (BK m. 531).
Bu sebeple, ortakların şirketin sırları hakkında bilgi sahibi olmaları doğaldır. Bunu göz önünde tutan kanun koyucu Borçlar Kanununun 526’ncı maddesi düzenlemesi ile “Şeriklerden hiçbiri kendi hesabına, şirketin gayesine muhalif veya muzır işleri yapamaz” hükmünü öngörmek suretiyle, adî şirket ortaklarının şirketin iş sırlarını kötüye kullanmasının önüne geçmek istemiştir.(37)
Rekabet yasağına giren bir işin söz konusu olabilmesi için, ortak tarafından ticarî niyetle kendi adına veya başkası hesabına bir iş yapılması, yapılan bu işin şirketin amacına muhalif veya zarar verici nitelikte olması gereklidir. Ortaklar, şirketin gayesine muhalif veya zarar verici olmadığı sürece her türlü işlemi yapabilecek, hatta ticaret şirketlerine de ortak olabileceklerdir.(38)
Borçlar Kanununun 526’ncı maddesinde ayrıca belirtilmiş olmamasına rağmen, rekabet yasağının ihlâl edilmesi durumunda, adî şirketin diğer ortaklarının bir takım talep hakları doğmaktadır. Zira özel hüküm bulunmayan hâllerde vekalete ilişkin genel hükümler uygulanacaktır.
Türk hukukunda, vekillerin rekabet yasağını ihlâl etmeleri hâlinde müvekkillerin hangi haklardan yararlanacakları Borçlar Kanununun 455/2’nci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, adî şirket ortakları, rekabet yasağının ihlâli hâlinde;
1. Uğradıkları zarar ve ziyanın tazmin edilmesini,
2. İşin adî şirket hesabına yapılmış sayılmasını veya elde edilen maddî menfaatlerin adî şirkete devrini,
3. Rekabet yasağına uyulmaması haklı bir sebep teşkil ediyorsa (BK m. 535/7) mahkemeden şirketin feshini, talep edebileceklerdir. Ayrıca rekabet yasağını ihlâl eden ortağın idare yetkisinin kaldırılması yoluyla şirketin devamının sağlanması da mümkündür.(39)
2.4. Bankalar Kanununda düzenlenen rekabet yasağı
3182 sayılı Bankalar Kanununu 31/1-b maddesinde bankalarda çalışması yasak olan kişiler tespit edilmiştir. 3182 sayılı Yasanın 31/1-b maddesine göre “Bankalar dışında menkul kıymetler ve kambiyo borsaları üyesi olan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yönetiminden sorumlu bulunan ortakları veya yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile müdürler, hiç bir bankada yönetim kurulu başkanı, üyesi, denetçi, genel müdür, genel müdür yardımcısı veya birinci derecede imza yetkisini haiz görevli olarak çalıştırılamazlar” hükmünü amirdir.
Anonim şirket olarak kurulan bankalarda, aynı zamanda menkul kıymetlerle ilgili spekülasyon işlemlerine girebilecek nitelikteki kimseler görev aldığı takdirde, menkul kıymet alım satımına, bankacılıktan gelebilecek muhtemel olumsuz etkiler olabilir. Bunu göz önüne alan yasa koyucu bu tarz bir düzenleme ile menkul kıymet alım satımına bankacılıktan gelebilecek muhtemel zararları önlemek istemiştir.(40)
Bir banka yönetim kurulu üyesinin bir diğer bankanın da yönetim kurulunda üye olması, bizzat rekabet yasağı teşkil etmese de, her iki bankanın da yönetiminde söz sahibi olan şahsın, bankaların menfaatinin çatıştığı durumlarda tercihini biri hakkında kullanarak, diğerini zarara uğratabileceği ve bu suretle sadakat borcuna aykırı davrandığı kabul edilmelidir.
Bankalar Kanunu 31/1-b maddesini de sadakat borcundan kaynaklanan, şirketle rekabet yapmama yasağının bir uzantısı olarak nitelendirmek yanlış olmaz.
Bankalar Kanununun 31/2 fıkrası gereğince, yönetim kurulu üyelerinde bulunması gereken şartları taşımadığı hâlde, her nasılsa bu göreve getirilmiş olan şahısların bankalar tarafından derhâl görevine son verilir.(41)
2.5. Kooperatiflerde rekabet yasağı
Kooperatifler bakımından ortakların tâbi olduğu rekabet yasağı kendi Kanununda bizzat düzenlenmemiştir. Ancak 1163 sayılı Yasanın 98’inci maddesi, kooperatiflerle ilgili Yasada düzenlenmeyen ve açıklık bulunmayan hâllerde anonim şirketlere ait TTK’nin 335’inci maddesinin uygulanacağını belirtmek suretiyle anonim şirketlere atıf yaparak, konuya açıklık getirmiştir. Yani rekabet yasağı bakımından; anonim şirketlere ait hükümler tatbik edilecektir.
3. Rekabet yasağı kavramı ve hukukî niteliği
3.1. Rekabet yasağı kavramı
Rekabet yasağı; sözlük anlamı olarak, aynı konuda aynı amacı güderek, aynı alanda çalışma yasağı olarak ifade edilmiştir.(42)
Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, rekabetin gerçekleşmesi için birden fazla şahsın bulunması keza bu şahısların aynı alan, konu ve amaç etrafında birbirleriyle mücadele etmesi gerekir.
Kanunun belirli durumlarda, belirli kimselerin birbirleriyle rekabet etmelerini yasaklaması hâlinde ise karşımıza “kanunî rekabet” yasağı çıkar.
Rekabet, serbest ekonomik hayatta önemli bir yer tutar ve yasaldır. Ancak bu imkânın kötüye kullanılması hâli “haksız rekabet” olarak nitelendirilir (BK m. 48; TK m. 56).
Rekabet yasağı ile haksız rekabet kavramları birbirlerinden farklı kavramlardır. Rekabet yasağının söz konusu olduğu hâllerdeki davranışlar, bu yasağa tâbi olmayan şahıslar tarafından gerçekleştirilebilen yani hukuken himaye gören davranışlar niteliğindedir; oysa haksız rekabet oluşturan davranışlar, herkes için kanunun himaye etmediği fiil ve davranışlardır.(43)
Rekabet yasağı, içinde bulunulan şartlarda rekabetin kötüye kullanılmasının daha kolay, kanıtlanması ve önlenmesinin daha zor olması nedeniyle belirli görevdeki kimselerin haklı rekabet hakkından yoksun bırakılması manasına gelir.(44)
Rekabet yasağında, genel hukuk kuralları bakımından caiz görülen faaliyetler, sırf ticaretin güvenlik içinde yapılması açısından yasaklanmaktadır. Bu yasak, işletmede çalışanlar, müşteriler ve hazine dahil, tüm ilgililerin güvenlik içinde faaliyet göstermesi amacına hizmet eder.
3.2. Rekabet yasağının hukukî niteliği
3.2.1. Rekabet yasağının yasal niteliği
Türk özel hukukunda rekabet yasağı kanun tarafından düzenlenmiştir; bu nedenle şirket ana sözleşmesinde bu yönde bir açıklık olmasa dahi, ortaklar için rekabet yasağı söz konusu olacaktır. Yani bir şirket, ticaret siciline tescil edildiği andan itibaren ortaklar için rekabet yasağı hükümleri işlemeye başlayacaktır.
Rekabet yasağı, adî şirketler bakımından Borçlar Kanununun 526’ncı maddesinde, kollektif, komandit, sermayesi paylara bölünmüş komandit, anonim ve limited şirketler bakımından ise TTK’nin 172, 173, 250, 335, 483 ve 547’nci maddelerinde keza kooperatif şirketler bakımından, Kooperatifler Kanununun 98’inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu itibarla bir şahıs ortak sıfatına sahip olduğu andan itibaren, şirketle rekabet etmekten yasaklıdır. Bu Kanundan doğan rekabet yasağının yanında, bir de akitten doğan rekabet yasağı mevcuttur. Kanunî rekabet yasağı ortağın şirketten ayrılması ile sona erdiği hâlde, akdî rekabet yasağında ortağın şirketten ayrılmasını müteakip rekabet yasağının bir süre daha devam edeceği sözleşme ile kararlaştırılabilir.
Rekabet yasağının ortaklık sözleşmesi ile düzenlendiği hâllerde, yasal hükümlerden önce sözleşme hükümleri uygulanır. Ortaklar rekabet yasağını sözleşme yerine oy birliği ile alacakları kararla da düzenleyebilirler.(45)
3.2.2. Rekabet yasağının emredici hüküm olmama niteliği
Rekabet yasağına ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Rekabet yasağının amir hüküm olmama niteliği dolayısıyla, bu yasak tamamen kaldırılabileceği gibi genişletilebilir veya kapsamı daraltılabilir.
Ancak rekabet yasağının aşırı şekilde genişletilmesi, keza şirket gayesine muhalif olarak kapsamının daraltılması bir takım problemler arz eder. Rekabet yasağının aşırı şekilde genişletilmesi şahısların ticaret serbestisini ortadan kaldıracağından hukuken kabul görmez.(46)
3.2.3. Rekabet yasağının geniş yorumlanmama niteliği
Rekabet yasağının bir diğer niteliği de rekabet yasağının dar yorumlanması niteliğidir. Zira asıl alan ticaret hürriyetidir. Genel bir hak olan ticaret hürriyetinin kişi hürriyetine zarar verecek derecede geniş yorumlanmaması gerekir.
Bu husus özellikle Türk Ticaret Kanununda tanzim olunan şirketler bakımından mühimdir. Nitekim, TTK’nin 172, 250, 335, 483 ve 547’nci maddelerinde hangi muamele ve davranışların rekabet yasağını teşkil ettiği hususiyetle tespit edilmiştir. Bu itibarla, muayyen ve müşahhas her olayda rekabet yasağının bulunup bulunmadığı tespit edilirken, fiil ve davranışların TTK’nin ilgili maddelerine temas edip etmediği hususu dikkatle tespit edilmelidir.(47)
3.2.4. Rekabet yasağının sözleşme ile kaldırılabilme niteliği
Esasen rekabet yasağının sözleşme ile ortadan kaldırılabilir olma niteliği, rekabet yasağının amir hüküm olmama vasfının bir uzantısıdır. Keza rekabet yasağının kollektif şirketler ve limited şirketler bakımından “öteki ortakların muvafakatı olmaksızın”, anonim şirketler ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından ise “umumî heyetin müsadesi olmaksızın” yapılan işlere hasredildiği hatırlanırsa, ortakların ya da umumî heyetin muvafakatı hâlinde rekabet yasağına dahil olan işlerin yapılması mümkündür.
TTK’de belirtilen rekabet yasağı hâlleri haricinde, ortakların tâbi olacağı rekabet yasağı şirket ana sözleşmesi ile düzenlenebileceği gibi, ek bir anlaşma ve kararla da düzenlenebilir.
Ortakların tâbi olacağı rekabet yasağı, şirket ana sözleşmesi ile düzenlenmişse bu konuda ilk önce ana sözleşme hükümleri, bunların yanında ikinci derecede kanunî rekabet yasağı hükümleri uygulanır.
Ortaklar düzenleyecekleri ek sözleşme veya alacakları bir kararla rekabet yasağını hafifletebilir, kaldırabilir ve hatta daha geniş kapsamlı düzenlemek suretiyle ağırlaştırabilir. Örneğin; ortak ortaklıktan ayrılsa dahi, belirli bir süre daha rekabet yasağına tâbi olacağı öngörülebilir.(48)
Bu düzenlemeye rağmen ortak rekabet yasağına aykırı bir faaliyette bulunursa öncelikle ana sözleşmede kararlaştırılan müeyyideler, şayet ana sözleşmede bu konuda bir açıklık yoksa, ikinci derecede uygulama sırası bulabilen kanunî rekabet yasağı hükümleri uygulanır.(49)
Ancak, ana sözleşme veya ortakların alacakları karar ile düzenlenen akdî rekabet yasağının kapsamı hiçbir zaman bireyin kişilik haklarını zedeleyecek boyuta ulaşmamalıdır. Bu tarz düzenlemeler hukuken kabul gören düzenlemeler değildir.
Çıkan ortağın sözleşme ile tâbi tutulduğu rekabet yasağı, sözleşmede öngörülen sürenin sona ermesiyle ve her hâlde şirketin infisah etmesi hâlinde tasfiyesinin tamamlanmasıyla sona erer.(50)
4. Rekabet yasağının düzenlenme amacı
“Rekabet yasağı” kavramı, Türk hukukuna yabancı bir kavram değildir. Zira Borçlar Kanununun 526’ncı maddesinde adî şirket ortaklarının rekabet yasağı; Borçlar Kanununun 348 vd. maddelerinde hizmet akdinde işçinin rekabet yasağı; Borçlar Kanununun 455’inci maddesinde ise ticarî mümessil ve ticarî vekillerin rekabet yasağı düzenlenirken; TTK’nin 172-173’üncü maddelerinde kollektif şirket ortaklarının tâbi olduğu rekabet yasağı; TTK’nin 250’nci maddesinde adî komandit şirket ortaklarının tâbi olduğu rekabet yasağı; TTK’nin 335’inci maddesinde anonim şirketlerde yönetim kurulu üyesinin tâbi olduğu rekabet yasağı; TTK’nin 483’üncü maddesinde sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket ortaklarının tâbi olduğu rekabet yasağı; keza TTK’nin 547’nci maddesinde de limited şirketlerde müdür olan ortağın tâbi olduğu rekabet yasağı düzenlenmiştir. Hemen belirtelim ki kooperatif şirketler bakımından ise bu yasak Kooperatifler Kanununun 98’inci maddesinde düzenlenmiş ve TTK’nin 335’inci maddesine yollama yapılmıştır.
Aralarında farklı düzenlemeler olmakla birlikte, düzenleme getirilen bu hâllerde rekabet yasağına tâbi kişiler ya bir iş yapmaktan ya da bir şirkete girmekten yasaklanmakta, özellikle adî şirket ortakları açısından daha somut bir ifade ile adeta bir “ticaret yasağı”(51) içine girmektedirler.
Türk özel hukukunda, şirketler bakımından rekabet yasağının Borçlar Kanununda ve Türk Ticaret Kanununda düzenlenmiş olması, yani rekabet yasağının iki ayrı kaynağının bulunması dolayısıyla, adî şirkete müteallik hükümlerle ticaret şirketlerine ait hükümler arasında bariz bir farklılık meydana gelmiştir.(52)
Borçlar Kanununun 526’ncı maddesi “Şeriklerden hiçbiri kendi hesabına, şirketin gayesine muhalif veya zararlı işleri yapamaz” hükmünü amirdir. Bu itibarla, adî şirkette ortaklar tarafından kendi hesaplarına, şirket gayesine muhalif veya zararlı genel herhangi bir davranışın yapılmasıyla rekabet yasağına konu eylem oluşurken, ticaret şirketlerinde rekabet yasağı, ortaklar tarafından şirket gayesine muhalif bir iş icrası ile değil ve fakat şirket çeşitlerine göre ancak kanun tarafından tasrih edilmiş olan muamele ve davranışların ifasıyla oluşur.(53)
Bu sebeple adî şirkete ilişkin hükümler daha kapsamlı olması dolayısıyla umumî kaideyi tespit ederken; ticaret şirketlerinde belirtilen hâller özel bir mahiyet arz eder ve ancak kanunda belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde rekabet yasağı oluşur.(54)
Gerek Borçlar Kanununda gerekse TTK’deki rekabet yasağına ilişkin hükümlerin konuluş amacı; şirket tüzel kişiliğini, şirket ortaklarını, şirketle ilişkiye giren müşterileri ve hazine dahil tüm ilgilileri rekabetten korumak, ticarî hayatta şirketlerin güven içinde faaliyetlerine devam etmesini sağlayarak gelişmelerine imkân vermektir. Sırf bu sebeple genel hukuk kuralları açısından caiz görülen faaliyetler, ticaretin güvenlik içinde yapılması açısından kanunla yasaklanmıştır.
Temelini dürüstlük kuralında ve emeği tahsis ilkesinde bulduğu kabul edilen bu yasaklar, rekabetin ortaya çıkarabileceği riskleri ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.(55)
Rekabet yasağına ilişkin hükümlerin bir kısmı, doğrudan doğruya kanun tarafından düzenlenmiştir. Kanun tarafından düzenlenen rekabet yasaklarının temelinde sadakat borcu, dürüstlük kuralı ve “affectio sociatis” ilkesinin bulunduğunu kabul eden bu yasaklar, kural olarak hukukî ilişkinin süresi ile sınırlıdır. Kanun koyucu, rekabeti hukukî ilişkinin sona ermesinden sonraki dönem için ancak istisnai hükümlerle yasaklama yoluna gitmiştir.(56)
Kanun koyucu, getirdiği bu düzenlemeler ile hem şirketin başarılı yöneticilerinin hizmetinden yoksun kalmamayı, hem de şirket ve ortaklarının zarar görmesini engellemeyi amaçlamış ve ihtiyaca göre yasağın, şirket nevine göre genel kurul veya ortakların alacakları kararla kaldırılabileceğini kabul ederek konuya esneklik getirmiştir.(57)
Esasen kanun tarafından getirilen bu düzenlemeler her ne kadar şirketi, şirket ortaklarını, şirketle iş ilişkisine giren üçüncü kişileri koruyan bir nitelik gösterse de asıl korunmak istenen şeyin ticarî hayatta şirketlerin güven içerisinde ticarî faaliyetlerine devam etmesinin sağlanması olduğu da kabul edilmelidir.
ş. Binnaz Aydın Yunus
1.1. Ticaret şirketleri ile ilgili hükümler
Türk Ticaret Kanununda ticaret şirketleri olarak nitelendirilen kollektif şirketler bakımından rekabet yasağı, TTK’nin 172 ve 173’üncü maddelerinde, komandit şirketler bakımından TTK’nin 250’nci maddesinde, hisseli komandit şirketler bakımından TTK’nin 483’üncü maddesinde, anonim şirket yönetim kurulu üyeleri bakımından TTK’nin 335’inci maddesinde, limited şirket müdürleri bakımından ise TTK’nin 547’nci maddesinde düzenlenmiştir.
1.1.1. Kollektif şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’de, kollektif şirket ortaklarının rekabet yasağına ilişkin iki madde bulunmaktadır. TTK’nin 172’nci maddesinde “Rekabet Yasağı” başlığı ile bu yasağın esası hükme bağlanırken, TTK’nin 173’üncü maddesinde bu yasağa “aykırı davranışın” sonuçları düzenlenmiştir.
Kollektif şirketlerde, ortaklar kazanç sağlamak ve ortaklık kazancını azaltıcı işlemlerde bulunmamakla yükümlüdürler. Zira, kollektif şirketlerde tıpkı adî şirketlerde olduğu gibi idare ve temsil tüm ortaklar tarafından kullanıldığından, ortakların ticarî sırlara vakıf olarak, şirketle rekabete girmesi diğer ortakları zarara uğratabilir. Bu sebeple, sadakat borcunun özel bir hâlini oluşturan rekabet yasağı Yasada ayrıca ve özellikle düzenlenmiştir.(1)
TTK’nin 172’nci maddesine göre; Bir ortak, şirketin yaptığı ticarî işler nevinden bir işi, diğer ortakların rızası olmaksızın kendi veya başkası hesabına yapamayacağı gibi, aynı nevi ticarî işlerle meşgul bir şirkete sınırsız sorumlu ortak olarak da giremez.(2)
Görüldüğü gibi, kollektif şirketlerde rekabet yasağının ihlâlinden söz etmek için ortakların şirketin yaptığı ticarî işler nevinden bir işi yapıyor olması gereklidir. Ancak bu şart tek başına yeterli değildir. Zira bu işin şirket tarafından bizzat icra edilmesi de gereklidir.(3)
Zira uygulamada şirketler, şirket ana sözleşmeleri tanzim edilirken gelecekte girişecekleri işleri de şirket ana sözleşmesine dahil etmektedirler. Bu durumda rekabet yasağının neye göre belirleneceği önem arz etmektedir. Bir başka deyimle, rekabet yasağı ana sözleşmeye göre mi, yoksa uygulamaya göre mi belirlenecektir? Bu sorunun cevabı uygulamada ortağın şirketin fiilen iştigal ettiği konularda rekabete girmesi olarak verilmektedir. Yani şirket ana sözleşmesinde hangi konular yazılı olursa olsun, önemli olan, şirketin fiilen yürüttüğü konularda rekabete girip girmediğinin tespitidir.(4)
Kollektif şirket ortağı, diğer ortakların izni olmadan, rekabet yasağı kapsamına giren bir işi kendi hesabına veya başkası hesabına yapmışsa, ayrıca ortağı bulunduğu kollektif şirketle aynı neviden ticarî iş yapan bir şirkete sınırsız sorumlu ortak olarak katılırsa, rekabet yasağının sonuçlarına katlanacaktır.
Kanunda sayılan rekabet hallerine ek olarak, ortağı bulunduğu kollektif şirketle aynı neviden ticarî iş yapan bir şirkete yönetici olarak katılan ortağın durumu da rekabet yasağının ihlâli olarak kabul edilmektedir.(5)
Ticaret şirketleri içerisinde, kollektif şirketin, komandit ve hisseli komandit şirketin komandite ortakları sınırsız sorumlu ortak niteliğinde bulunmaktadır. Kanun ortağın bu sıfatla bir başka şirkete girmesini yasaklamıştır. Sınırsız sorumluluk dışında kalan ortak olmasını veya bir anonim şirket veya limited şirkete girmesini rekabet yasağının dışında bırakmıştır.(6)
Rekabet yasağına ilişkin sonuçların doğabilmesi için diğer ortakların rekabette bulunan ortağın yaptığı işleme razı olmamaları gerekir (172/1). Şayet diğer ortaklar rekabete konu işlemden haberdar olmalarına rağmen bu duruma sarih veya zımnî olarak muvafakat etmişlerse ortak aleyhine her hangi bir sonuç doğmaz. Rekabete muvafakat edilmesi herhangi bir şekil şartına bağlı değildir. Muvafakatin işin yapılmasından önce veya sonra alınması mümkündür.
Bir şirkete kuruluş aşamasında (TTK 172/2) veya sonradan girecek ortağın, daha önce aynı konuda faaliyet gösterdiği tespit edildiği hâlde itiraz edilmemesi durumunda, tüm ortakların rızalarının bulunduğu kabul edilir. Şirket ana sözleşmesinde aksine bir düzenleme yoksa muvafakat için diğer ortakların oy birliği ile bir karar alması gereklidir.(7)
TTK’nin 173’üncü maddesi(8) rekabet yasağının ihlâli hâlinde diğer ortaklara bu duruma daha önceden veya daha sonradan aldıkları bir kararla (zımnî veya sarih) muvafakat etmedikleri takdirde bir takım seçim hakları tanımıştır. Bunlar;
1. Ortaklar, rekabet yasağının ihlâli dolayısıyla, uğradığı zararın tazminini talep edebilir(173/1).(9)
2. Şayet ortaklar tazminat talep etmiyorlarsa; söz konusu işlemi kendi adına yapan ortaktan, o işin şirket adına yapılmış sayılmasını isteyebilir (173/1).
3. Yasak kapsamına giren iş, ortağın kendi adına değil de üçüncü şahıslar hesabına yapılmış ise şirket bu defa elde edeceği menfaatin şirkete verilmesini talep edebilir (173/1).
4. Rekabet yasağının ihlâl edilmesi, diğer ortaklara aynı zamanda haklı sebeplerle şirketin feshini talep etme hakkını da vermektedir (173/2).
Bu talepler, şirket ortaklarının rekabet yasağını öğrendikleri tarihten itibaren 3 ay ve her hâlde fiil ve işlemin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde zamanaşımına uğrar (173/1).(10)
1.1.2. Komandit şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’nin 250’nci maddesi komandit şirketler bakımından rekabet yasağını tanzim etmiş bulunmaktadır. Komandite ortaklar bakımından rekabet yasağı, aynen kollektif şirket ortağının durumu gibidir. Komandite ortak, şirketle rekabete girişecek bir muamele ve davranışta bulunursa haklarında TTK’nin 172 ve 173’üncü madde hükümleri aynen geçerli olacaktır.(11)
Komandit ortaklıkta, komanditer ortakların idare hakkı yoktur. Bu sebeple TTK’nin 250’nci maddesinde, komanditer ortaklar için rekabet yasağı öngörülmemiştir. Komandit ortağın bu durumu, şirkete yalnız sermaye koymak suretiyle iştirak etmiş olması ve komandite ortaklar gibi şirketin idare ve temsil yetkisi ile donatılmamalarından kaynaklanmaktadır.(12)
TTK’nin 250’nci maddesi “kollektif ortakların şirket mevzuunu teşkil eden muamelelerin aynını yapamayacaklarına dair olan 172’nci madde hükmünün komanditerler hakkında uygulanamayacağını” öngörmüş bulunmaktadır. Rekabet yasağının uygulama sahası dışına çıkan komanditer ortakların TTK’nin 249’uncu maddesinde tanınan yetkiden yararlanarak elde ettiği bilgileri şirket aleyhine kullanmaları hâlinde şirketin menfaatlerinin haleldar olacağını göz önünde tutan yasa koyucu TTK’nin 250’nci maddesinde, komanditerler, şirket konusunu teşkil eden işlerle uğraşacak bir işletme açar veya böyle bir işletme açan bir şahıs ile ortak olur veyahut bu mahiyette bir şirkete dahil olursa komandit şirketin evrak ve defterlerini incelemek hakkını kaybederler, hükmünü kabul etmek suretiyle(13) rekabete konu durumların meydana gelmesinin önüne geçmek istemiştir.
TTK’nin 250’nci maddesi komanditer ortakların “şirket evrak ve defterlerini incelemek” hakkını kaybedeceğinden bahsetmektedir. Oysa komanditerlerin denetleme haklarının içeriğini belirleyen TTK’nin 249/1’inci maddesinde “şirketin envanteriyle bilanço içeriğini ve bunların sıhhatini” incelemeden; TTK’nin 249/2’nci maddesinde ise “şirketin işlerinin ve mevcudunun” incelenmesinden söz edilmektedir. Söz konusu farklı ifadeler sebebiyle, komanditerlerin kaybedeceği hakkın kapsamı üzerinde değişik düşünceler ortaya atılmıştır. Bazı yazarlar komanditerlerin, yalnızca “şirketin evrak ve defterlerini” incelemek hakkını kaybedeceğini, ancak yıl sonunda ortaklık bilançosunu ve kâr-zarar hesabını inceleme yetkisini muhafaza edeceğini, TTK’nin 249/2’nci maddesinde öngörülen imkânlardan yararlanabileceklerini savunurken(14), diğer bir kesim yalnızca TTK 249/1 maddesindeki hakkın kaybının söz konusu olacağını savunurken, diğer bir kısım ise TTK’nin 249’uncu maddesinde düzenlenen hakların tümünün kayıp edileceğini savunmaktadırlar.(15)
1.1.3. Anonim şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’nin 335’inci maddesi düzenlemesi ile, anonim şirket idare meclisi üyelerinin rekabet yasağının kapsamı düzenleme altına alınmıştır. TTK’nin 335’inci maddesi anonim şirket idare meclisi üyelerinin, genel kurulun iznini almadan şirket konusuna giren ticarî muamele nevinden bir muameleyi gerek kendi adlarına, gerekse başkası hesabına yapamayacağını, aynı nevi ticarî işlemlerle meşgul bir şirkete sorumluluğu sınırlandırılmamış ortak sıfatıyla giremeyeceğini, bu yasağa aykırılık hâlinde ise, şirketin yasağa aykırı davranan üyeden tazminat isteyebileceğini, tazminat yerine yapılan işlemin veya menfaatlerin şirkete bırakılmasını seçmekte serbest bulunduğunu, bu taleplerin ise işlemin yapıldığı tarihten itibaren üç ay ve her hâlde vukuundan itibaren bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağını düzenlemek suretiyle, yasağın kapsamını tayin etmiştir.(16)
1.1.4. Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler ile ilgili düzenlemeler
TTK’nin 483’üncü maddesinde, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirkette, komandite ortağın tâbi olduğu rekabet yasağı tanzim edilmiştir. Komanditer ortaklar bu yasağın dışındadır.
Komandite bir ortak, diğer komanditelerin ve genel kurulun izni olmaksızın ortaklığın konusu olan ticaret nevine ilişkin bir iş yapamayacağı gibi bu nevi ticaretle uğraşan bir ortaklığa komandite ortak sıfatıyla da dahil olamaz. Bu kurala aykırı hareket eden komandite ortak hakkında TTK’nin 173’üncü maddesi hükmü uygulanır (TTK 483).(17)
1.1.5. Limited şirketler ile ilgili düzenlemeler
Limited şirketlerde rekabet yasağı, TTK’nin 547’nci maddesinde tanzim edilmiştir. TTK’nin 547’nci maddesi düzenlemesine göre “Müdür olan bir ortak, diğer ortakların muvafakati olmadan şirketin uğraştığı ticaret dalında ne kendi ve ne de başkası hesabına iş göremeyeceği gibi başka bir işletmeye mes’uliyeti tahdit edilmemiş ortak, komanditer ortak veya limited şirketin azası sıfatıyle iştirak dahi edemez. Bu yasak mukaveleye konacak hükümle bütün ortaklara teşmil edilebilir.”(18) hükmünü tanzim etmek suretiyle yasağın kapsamını belirlemiştir.
1.2. Ticaret şirketlerine ilişkin olmayan hükümler
Yukarıda zikrettiğimiz ticaret şirketlerine ilişkin ticaret kanununda tanzim edilen rekabet yasağına ilişkin hükümlerin dışında, ayrıca yönetim kurulu üyesi olmayan TTK’nin 319’uncu maddesinde düzenlenen müdürler ile TTK’nin 342-345’nci maddelerinde düzenlenen müdürler de şirketle rekabet yapma yasağına tâbidir.(19)
Şirketi idare ve temsil yetkisini haiz müdürler, şayet şirketle rekabete girişecek olurlarsa, haklarında Borçlar Kanununun 455’inci maddesi hükümleri uygulama sahası bulacaktır. İdare ve temsil yetkisini haiz olmayan müdürlerin, şirkette çalıştıkları süre içerisinde şirketle rekabet etmemeleri ise, bizzat hizmet akdinin niteliğinden kaynaklanmaktadır.(20)
TTK’nin 319 ve 342-345’inci maddelerinde düzenlenen müdürler görevlerini ifa ederken, işler için gereken dikkat ve ihtimamı göstermek, şirketin zararına olacak davranışlardan kaçınmak, şirkete ait öğrendikleri imalât ve ticarî sırları saklamak ve şirketle rekabet teşkil edici işlemlerden kaçınmak zorundadırlar.(21)
Gerek TTK’nin 319’uncu ve gerekse TTK’nin 342-345’inci maddesinde düzenlenen müdürler ve şirket arasındaki ilişki, güven ve sadakat borcunu da kapsadığından, müdürler ile şirket arasında adeta bir vekalet akdinin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Dış ilişkide şirketi temsile yetkili ve şirkete ait ticarî sırları her an öğrenebilecek konumda bulunan bu şahıslar, şirket konusuna giren bir sahada ticarî muamele nevinden bir muameleyi ticarî niyetle, gerek kendi adına gerekse başkası adına yaptıkları takdirde haklarında ticarî vekil ve mümessillere uygulanan Borçlar Kanununun 455’inci maddesi hükmü uygulama sahası bulacaktır.
2. Türk Ticaret Kanunu dışındaki kanunlardaki hükümler
2.1. Ticarî mümessil ve ticarî vekilin tâbi olduğu rekabet yasağı
Borçlar Kanununun 455’inci maddesinin düzenlemesine göre “bir müessesenin bütün işlerini idare eden yahut müessese sahibinin hizmetinde bulunan ticarî mümessiller veya ticarî vekiller müessese sahibinin izni olmaksızın gerek kendi namlarına, gerek üçüncü şahıs namına müessesenin yaptığı nev’i de dahil bir iş yapamazlar” (f.1); buna muhalif harekette bulunursa müessese sahibi zarar ve ziyan istemek ve bu suretle yapılan işleri kendi hesabına almak hakkını haizdir” (f.son).
Bu yasağın iki dayanağı vardır. Birincisi, ticarî mümessil ile işletme sahibi arasında varlığı zorunlu güven ilişkisidir; ikincisi de ticarî mümessilin bağlı olduğu işletmenin sırlarını, uzun yılların tecrübelerini ve özel bilgilerini kolayca öğrenebilme durumudur.(22)
Bu yasağın kapsamına, işletmenin bütün işlerini yürütmekle genel olarak görevlendirilmiş olan ticarî temsilciler ve diğer ticarî vekiller ile genel ya da özel yetkili olmasına bakılmaksızın işletme sahibine hizmet akdi ile bağlanmış olan tüccar yardımcıları girmektedir. Bu şahıslar gerek kendi hesaplarına, gerek üçüncü şahıslar hesabına işletmenin faaliyet sahasına giren işlemleri yapamazlar.(23)
Rekabet yasağının Kanundan doğması nedeniyle ticarî mümessili atama işleminde bir açıklık olmasa dahi, rekabet yasağı her ticarî mümessile uygulanır. Bu borç kural olarak ticarî mümessillik sıfatı taşındığı sürece devam eder.
Rekabet yasağı bir akitle veya zımnî olarak kaldırılabilir, sınırlandırılabilir veya genişletilebilir. Genişletme hâlinde ölçü bireylerin ticaret ve çalışma özgürlüğüdür.
Borçlar Kanununun 455’inci maddesinde öngörülen rekabet yasağı, Ticaret Kanununda düzenlenen rekabet yasağına nazaran daha dar kapsamlıdır. Çünkü Borçlar Kanununun 455’inci maddesi yalnızca “iş yapmayı” kapsamakta, “ortak olmayı” kapsamamaktadır.(24)
Ayrıca ticarî mümessilin rekabet yasağının kapsamı, müessesenin fiilen yaptığı işler için söz konusudur. Yani ticarî mümessil, müessesenin yaptığı iş türünden bir işi yapamayacak; buna karşın bu türden olmayan işlemleri yapabilecektir.(25)
Ticarî mümessil, yasak kapsamına giren işlemleri gerek kendi namına, gerek üçüncü şahıslar namına yapamaz. Ticarî mümessil bu türden işlemleri kendi namına özellikle bir ticarî işletme (TTK 11 vd ) ya da esnaf işletmesi (TTK 13/1-2;17) açarak ya da şirketlerde yönetim kurulu üyesi olarak veya başkasının ticarî mümessili sıfatıyla gerçekleştiremez.
Ticarî mümessilin rekabet yasağına aykırı davranması sonucu işletme sahibinin sahip olacağı haklar ise Borçlar Kanununun 455/2’nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “ticarî mümessil rekabet yasağını ihlâl ederse işletme sahibi, zarar ve ziyanını istemek ve bu suretle yapılan işleri kendi hesabına almak hakkını haizdir”. İç ilişki bir hizmet akdi ise; rekabet yasağına aykırı davranış, BK 344’üncü anlamında akdin feshi için haklı bir sebep olarak gösterilebilir.(26)
Ticarî mümessilin rekabet yasağını ihlâli esas itibarıyla caiz olmayan vekaletsiz iş görme niteliğinde bulunduğundan, keza caiz olmayan vekaletsiz iş görme bir haksız fiil karakteri taşıdığından, işletme sahibinin ticarî mümessile karşı sahip olduğu talepler, Borçlar Kanunu 60/1’inci maddesine göre bir ve on yıllık zamanaşımına tâbidir. Bir yıllık süre, rekabet yasağına aykırı işlemin yapıldığının öğrenildiği, on yıllık süre ise söz konusu işlemin yapıldığı tarihte başlar.(27)
2.2. İşçinin akdi nitelikteki rekabet yapmama borcu
Kanunî rekabet yasağı ile (BK m. 455, 526; TTK m. 172, 250, 483, 335, 547) hizmet sözleşmesinin işçiye yüklediği rekabet yasağı, taraflar arasındaki hukukî ilişki devam ettiği sürece kanun hükmü gereği mevcuttur. Oysa işçinin akdi nitelikteki rekabet yapmama borcu, hizmet sözleşmesi dolayısıyla yapılan ve taraflar arasındaki hizmet ilişkisi sona erdikten sonra hükümlerini doğuran bir borçtur. İşçinin bu nitelikleri taşıyan borcu, BK’nın 348-352’nci maddeleri arasında tanzim edilmiştir.(28)
Kanun koyucu, hizmet sözleşmesinde işçiyi, iş sahibine nazaran daha zayıf konumda gördüğü için, iş sahibinin haksız menfaatler sağlayarak işçiyi ezmesini önlemek amacıyla, hizmet sözleşmesine eklenecek rekabet yasağı hakkındaki hükümleri özel olarak düzenlemek gereğini duymuştur.
Borçlar Kanununun 348-352’nci maddelerinde düzenlenen hükümlerin hizmet akdi kurulmadan veya sona erdikten sonra kararlaştırılan rekabet yasaklarına uygulanmaları mümkün değildir. Borçlar Kanununun 348-352’nci maddelerinin getirdiği düzenleme, sadece hizmet sözleşmesi zımnında yapılan rekabet yapmama sözleşmelerine uygulanabilir. Bağımsız olarak yapılan, satım, kira gibi hizmet sözleşmesinden başka bir sözleşme zımnında yapılan veya hizmet sözleşmesi sona erdikten sonra yapılan rekabet yasağı sözleşmelerine bu hükümler uygulanamaz. Bu gibi durumlarda rekabet yasağının sınırını Medeni Kanunun 23’üncü ve Borçlar Kanununun 20’inci maddeleri hükümleri çizecektir.(29)
Borçlar Kanununun 348/f.1’inci maddesine göre rekabet yasağı sözleşmesinin konusu “bir hizmet akdinde her iki tarafın, akit sona erdikten sonra(30) işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edeceği bir iş yapamamasını ve rakip bir müessesede çalışamamasını ve böyle bir müessesede ortak(31) veya sair sıfatlarla alakadar olamamasını” kararlaştırmasıdır. “Hizmet sözleşmesinin devamı sırasında, işçinin bu şekilde faaliyetlerde bulunması bizatihi hizmet sözleşmesine; hizmet sözleşmesinin sona ermesinden sonra ise rekabet yasağına aykırılık teşkil edecektir.(32)
BK’nın 348’inci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen rekabet yasağı sözleşmesinin konusunu: Hizmet akdinin hitamından sonra işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edecek bir iş yapmaması; rakip bir müessesede çalışmaması; rakip bir müessesede şerik olmaması; şerikten başka bir sıfatla dahi rakip müessese ile alâkadar olmaması,” şeklinde dört şık hâlinde özetlenebilir.
Hizmet sözleşmesine bağlı olan rekabet yasağının geçerli olabilmesi için, yazılı olarak yapılması, ayrıca sözleşmenin yapıldığı tarihte işçinin reşit olması gerekir (BK 350, 348/3’üncü fıkra).
Hizmet akdinin hitamından sonra uygulanacak rekabet yasağı, “işçinin iktisadî istikbalini, yani kişilik haklarını (MK 24) tehlikeye sokabilir. Gerek İsviçre Borçlar Kanunu ve gerekse Borçlar Kanunu bu konuda ayrıntılara girmekten kaçınarak, genel bir ölçü kabulü ile yetinmiştir. Rekabet yasağı ancak, işçinin iktisadî istikbalinin “hakkaniyete” aykırı olarak tehlikeye girmesini önleyecek surette zaman, yer ve işin nevi noktasından duruma göre münasip bir sınır dahilinde şart edilmişse geçerlidir (BK 349).
Rekabet yasağının geçerliliği bu genel düzenleme ile mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Mahkeme ise rekabet yasağının varlığını araştırırken, işçinin iktisadî istikbalini ve hakkaniyet esaslarını göz önüne alarak rekabet yasağını tespit edecektir.(33) Ayrıca, işçinin müşterileri tanıması veya sırlara nüfuz etme imkânı ile meydana gelecek zarar arasında uygun illiyet bağının varlığı da mahkeme tarafından araştırılacaktır.
İş sahibi rekabet yasağını ihlâl eden eski işçisine karşı üç çeşit dava açabilir. Bunlar, cezaî şartın ödenmesi davası, tazminat davası ve rekabetin önlenmesi davalarıdır. İşçi, kaideten kararlaştırılmış ceza miktarını ödemek suretiyle yasaktan kurtulabilir. Fakat zarar, cezaî şart miktarını aşıyorsa, işçi fazla kısmı tazminle mükellef olur.(34)
Adî şirketlerde rekabet yasağı
Adî şirketlerde rekabet yasağı, yönetici olsun olmasın tüm ortakların şirketin amacına aykırı veya şirkete zarar verebilecek işleri gerek kendi hesabına (BK m. 526) gerek başkaları hesabına yapamaması demektir.(35)
Her ne kadar Borçlar Kanununun 526’ncı maddesi düzenlemesinde “kendi hesabına” ibaresi kullanılmakta ise de doktrin, başkası hesabına yapılan işleri de şirketin feshi sebepleri (BK m. 537/7) arasında saymakta ve rekabet yasağı kapsamına dahil bulunduğunu kabul etmektedir. Ayrıca mehaz İsviçre Borçlar Kanununun konuyu tanzim eden 536’ncı maddesi kapsamına göre, ortağın “kendi özel menfaati için” şirket amacına aykırı veya muzır işler yapamayacağı ifade edilmektedir. Hatta bazı yazarlar, üçüncü şahıslar tarafından yapılsa dahi, adî şirket ortağının, o işe ait maddî menfaatlere iştirak etmesi hâlini dahi rekabet yasağının ihlâli olarak kabul etmektedir.(36)
Adî şirketlerde ortaklar, şirketin idare ve temsilini kural olarak hep birlikte kullandıklarından (BK m. 525) her ortağın, şirket işlerinin gidişatı hakkında şahsen malumat almaya, şirkete ait defter ve belgeleri incelemeye, şirketin ekonomik durumu hakkında bilgi almaya hakkı vardır (BK m. 531).
Bu sebeple, ortakların şirketin sırları hakkında bilgi sahibi olmaları doğaldır. Bunu göz önünde tutan kanun koyucu Borçlar Kanununun 526’ncı maddesi düzenlemesi ile “Şeriklerden hiçbiri kendi hesabına, şirketin gayesine muhalif veya muzır işleri yapamaz” hükmünü öngörmek suretiyle, adî şirket ortaklarının şirketin iş sırlarını kötüye kullanmasının önüne geçmek istemiştir.(37)
Rekabet yasağına giren bir işin söz konusu olabilmesi için, ortak tarafından ticarî niyetle kendi adına veya başkası hesabına bir iş yapılması, yapılan bu işin şirketin amacına muhalif veya zarar verici nitelikte olması gereklidir. Ortaklar, şirketin gayesine muhalif veya zarar verici olmadığı sürece her türlü işlemi yapabilecek, hatta ticaret şirketlerine de ortak olabileceklerdir.(38)
Borçlar Kanununun 526’ncı maddesinde ayrıca belirtilmiş olmamasına rağmen, rekabet yasağının ihlâl edilmesi durumunda, adî şirketin diğer ortaklarının bir takım talep hakları doğmaktadır. Zira özel hüküm bulunmayan hâllerde vekalete ilişkin genel hükümler uygulanacaktır.
Türk hukukunda, vekillerin rekabet yasağını ihlâl etmeleri hâlinde müvekkillerin hangi haklardan yararlanacakları Borçlar Kanununun 455/2’nci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, adî şirket ortakları, rekabet yasağının ihlâli hâlinde;
1. Uğradıkları zarar ve ziyanın tazmin edilmesini,
2. İşin adî şirket hesabına yapılmış sayılmasını veya elde edilen maddî menfaatlerin adî şirkete devrini,
3. Rekabet yasağına uyulmaması haklı bir sebep teşkil ediyorsa (BK m. 535/7) mahkemeden şirketin feshini, talep edebileceklerdir. Ayrıca rekabet yasağını ihlâl eden ortağın idare yetkisinin kaldırılması yoluyla şirketin devamının sağlanması da mümkündür.(39)
2.4. Bankalar Kanununda düzenlenen rekabet yasağı
3182 sayılı Bankalar Kanununu 31/1-b maddesinde bankalarda çalışması yasak olan kişiler tespit edilmiştir. 3182 sayılı Yasanın 31/1-b maddesine göre “Bankalar dışında menkul kıymetler ve kambiyo borsaları üyesi olan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yönetiminden sorumlu bulunan ortakları veya yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile müdürler, hiç bir bankada yönetim kurulu başkanı, üyesi, denetçi, genel müdür, genel müdür yardımcısı veya birinci derecede imza yetkisini haiz görevli olarak çalıştırılamazlar” hükmünü amirdir.
Anonim şirket olarak kurulan bankalarda, aynı zamanda menkul kıymetlerle ilgili spekülasyon işlemlerine girebilecek nitelikteki kimseler görev aldığı takdirde, menkul kıymet alım satımına, bankacılıktan gelebilecek muhtemel olumsuz etkiler olabilir. Bunu göz önüne alan yasa koyucu bu tarz bir düzenleme ile menkul kıymet alım satımına bankacılıktan gelebilecek muhtemel zararları önlemek istemiştir.(40)
Bir banka yönetim kurulu üyesinin bir diğer bankanın da yönetim kurulunda üye olması, bizzat rekabet yasağı teşkil etmese de, her iki bankanın da yönetiminde söz sahibi olan şahsın, bankaların menfaatinin çatıştığı durumlarda tercihini biri hakkında kullanarak, diğerini zarara uğratabileceği ve bu suretle sadakat borcuna aykırı davrandığı kabul edilmelidir.
Bankalar Kanunu 31/1-b maddesini de sadakat borcundan kaynaklanan, şirketle rekabet yapmama yasağının bir uzantısı olarak nitelendirmek yanlış olmaz.
Bankalar Kanununun 31/2 fıkrası gereğince, yönetim kurulu üyelerinde bulunması gereken şartları taşımadığı hâlde, her nasılsa bu göreve getirilmiş olan şahısların bankalar tarafından derhâl görevine son verilir.(41)
2.5. Kooperatiflerde rekabet yasağı
Kooperatifler bakımından ortakların tâbi olduğu rekabet yasağı kendi Kanununda bizzat düzenlenmemiştir. Ancak 1163 sayılı Yasanın 98’inci maddesi, kooperatiflerle ilgili Yasada düzenlenmeyen ve açıklık bulunmayan hâllerde anonim şirketlere ait TTK’nin 335’inci maddesinin uygulanacağını belirtmek suretiyle anonim şirketlere atıf yaparak, konuya açıklık getirmiştir. Yani rekabet yasağı bakımından; anonim şirketlere ait hükümler tatbik edilecektir.
3. Rekabet yasağı kavramı ve hukukî niteliği
3.1. Rekabet yasağı kavramı
Rekabet yasağı; sözlük anlamı olarak, aynı konuda aynı amacı güderek, aynı alanda çalışma yasağı olarak ifade edilmiştir.(42)
Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, rekabetin gerçekleşmesi için birden fazla şahsın bulunması keza bu şahısların aynı alan, konu ve amaç etrafında birbirleriyle mücadele etmesi gerekir.
Kanunun belirli durumlarda, belirli kimselerin birbirleriyle rekabet etmelerini yasaklaması hâlinde ise karşımıza “kanunî rekabet” yasağı çıkar.
Rekabet, serbest ekonomik hayatta önemli bir yer tutar ve yasaldır. Ancak bu imkânın kötüye kullanılması hâli “haksız rekabet” olarak nitelendirilir (BK m. 48; TK m. 56).
Rekabet yasağı ile haksız rekabet kavramları birbirlerinden farklı kavramlardır. Rekabet yasağının söz konusu olduğu hâllerdeki davranışlar, bu yasağa tâbi olmayan şahıslar tarafından gerçekleştirilebilen yani hukuken himaye gören davranışlar niteliğindedir; oysa haksız rekabet oluşturan davranışlar, herkes için kanunun himaye etmediği fiil ve davranışlardır.(43)
Rekabet yasağı, içinde bulunulan şartlarda rekabetin kötüye kullanılmasının daha kolay, kanıtlanması ve önlenmesinin daha zor olması nedeniyle belirli görevdeki kimselerin haklı rekabet hakkından yoksun bırakılması manasına gelir.(44)
Rekabet yasağında, genel hukuk kuralları bakımından caiz görülen faaliyetler, sırf ticaretin güvenlik içinde yapılması açısından yasaklanmaktadır. Bu yasak, işletmede çalışanlar, müşteriler ve hazine dahil, tüm ilgililerin güvenlik içinde faaliyet göstermesi amacına hizmet eder.
3.2. Rekabet yasağının hukukî niteliği
3.2.1. Rekabet yasağının yasal niteliği
Türk özel hukukunda rekabet yasağı kanun tarafından düzenlenmiştir; bu nedenle şirket ana sözleşmesinde bu yönde bir açıklık olmasa dahi, ortaklar için rekabet yasağı söz konusu olacaktır. Yani bir şirket, ticaret siciline tescil edildiği andan itibaren ortaklar için rekabet yasağı hükümleri işlemeye başlayacaktır.
Rekabet yasağı, adî şirketler bakımından Borçlar Kanununun 526’ncı maddesinde, kollektif, komandit, sermayesi paylara bölünmüş komandit, anonim ve limited şirketler bakımından ise TTK’nin 172, 173, 250, 335, 483 ve 547’nci maddelerinde keza kooperatif şirketler bakımından, Kooperatifler Kanununun 98’inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu itibarla bir şahıs ortak sıfatına sahip olduğu andan itibaren, şirketle rekabet etmekten yasaklıdır. Bu Kanundan doğan rekabet yasağının yanında, bir de akitten doğan rekabet yasağı mevcuttur. Kanunî rekabet yasağı ortağın şirketten ayrılması ile sona erdiği hâlde, akdî rekabet yasağında ortağın şirketten ayrılmasını müteakip rekabet yasağının bir süre daha devam edeceği sözleşme ile kararlaştırılabilir.
Rekabet yasağının ortaklık sözleşmesi ile düzenlendiği hâllerde, yasal hükümlerden önce sözleşme hükümleri uygulanır. Ortaklar rekabet yasağını sözleşme yerine oy birliği ile alacakları kararla da düzenleyebilirler.(45)
3.2.2. Rekabet yasağının emredici hüküm olmama niteliği
Rekabet yasağına ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Rekabet yasağının amir hüküm olmama niteliği dolayısıyla, bu yasak tamamen kaldırılabileceği gibi genişletilebilir veya kapsamı daraltılabilir.
Ancak rekabet yasağının aşırı şekilde genişletilmesi, keza şirket gayesine muhalif olarak kapsamının daraltılması bir takım problemler arz eder. Rekabet yasağının aşırı şekilde genişletilmesi şahısların ticaret serbestisini ortadan kaldıracağından hukuken kabul görmez.(46)
3.2.3. Rekabet yasağının geniş yorumlanmama niteliği
Rekabet yasağının bir diğer niteliği de rekabet yasağının dar yorumlanması niteliğidir. Zira asıl alan ticaret hürriyetidir. Genel bir hak olan ticaret hürriyetinin kişi hürriyetine zarar verecek derecede geniş yorumlanmaması gerekir.
Bu husus özellikle Türk Ticaret Kanununda tanzim olunan şirketler bakımından mühimdir. Nitekim, TTK’nin 172, 250, 335, 483 ve 547’nci maddelerinde hangi muamele ve davranışların rekabet yasağını teşkil ettiği hususiyetle tespit edilmiştir. Bu itibarla, muayyen ve müşahhas her olayda rekabet yasağının bulunup bulunmadığı tespit edilirken, fiil ve davranışların TTK’nin ilgili maddelerine temas edip etmediği hususu dikkatle tespit edilmelidir.(47)
3.2.4. Rekabet yasağının sözleşme ile kaldırılabilme niteliği
Esasen rekabet yasağının sözleşme ile ortadan kaldırılabilir olma niteliği, rekabet yasağının amir hüküm olmama vasfının bir uzantısıdır. Keza rekabet yasağının kollektif şirketler ve limited şirketler bakımından “öteki ortakların muvafakatı olmaksızın”, anonim şirketler ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından ise “umumî heyetin müsadesi olmaksızın” yapılan işlere hasredildiği hatırlanırsa, ortakların ya da umumî heyetin muvafakatı hâlinde rekabet yasağına dahil olan işlerin yapılması mümkündür.
TTK’de belirtilen rekabet yasağı hâlleri haricinde, ortakların tâbi olacağı rekabet yasağı şirket ana sözleşmesi ile düzenlenebileceği gibi, ek bir anlaşma ve kararla da düzenlenebilir.
Ortakların tâbi olacağı rekabet yasağı, şirket ana sözleşmesi ile düzenlenmişse bu konuda ilk önce ana sözleşme hükümleri, bunların yanında ikinci derecede kanunî rekabet yasağı hükümleri uygulanır.
Ortaklar düzenleyecekleri ek sözleşme veya alacakları bir kararla rekabet yasağını hafifletebilir, kaldırabilir ve hatta daha geniş kapsamlı düzenlemek suretiyle ağırlaştırabilir. Örneğin; ortak ortaklıktan ayrılsa dahi, belirli bir süre daha rekabet yasağına tâbi olacağı öngörülebilir.(48)
Bu düzenlemeye rağmen ortak rekabet yasağına aykırı bir faaliyette bulunursa öncelikle ana sözleşmede kararlaştırılan müeyyideler, şayet ana sözleşmede bu konuda bir açıklık yoksa, ikinci derecede uygulama sırası bulabilen kanunî rekabet yasağı hükümleri uygulanır.(49)
Ancak, ana sözleşme veya ortakların alacakları karar ile düzenlenen akdî rekabet yasağının kapsamı hiçbir zaman bireyin kişilik haklarını zedeleyecek boyuta ulaşmamalıdır. Bu tarz düzenlemeler hukuken kabul gören düzenlemeler değildir.
Çıkan ortağın sözleşme ile tâbi tutulduğu rekabet yasağı, sözleşmede öngörülen sürenin sona ermesiyle ve her hâlde şirketin infisah etmesi hâlinde tasfiyesinin tamamlanmasıyla sona erer.(50)
4. Rekabet yasağının düzenlenme amacı
“Rekabet yasağı” kavramı, Türk hukukuna yabancı bir kavram değildir. Zira Borçlar Kanununun 526’ncı maddesinde adî şirket ortaklarının rekabet yasağı; Borçlar Kanununun 348 vd. maddelerinde hizmet akdinde işçinin rekabet yasağı; Borçlar Kanununun 455’inci maddesinde ise ticarî mümessil ve ticarî vekillerin rekabet yasağı düzenlenirken; TTK’nin 172-173’üncü maddelerinde kollektif şirket ortaklarının tâbi olduğu rekabet yasağı; TTK’nin 250’nci maddesinde adî komandit şirket ortaklarının tâbi olduğu rekabet yasağı; TTK’nin 335’inci maddesinde anonim şirketlerde yönetim kurulu üyesinin tâbi olduğu rekabet yasağı; TTK’nin 483’üncü maddesinde sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket ortaklarının tâbi olduğu rekabet yasağı; keza TTK’nin 547’nci maddesinde de limited şirketlerde müdür olan ortağın tâbi olduğu rekabet yasağı düzenlenmiştir. Hemen belirtelim ki kooperatif şirketler bakımından ise bu yasak Kooperatifler Kanununun 98’inci maddesinde düzenlenmiş ve TTK’nin 335’inci maddesine yollama yapılmıştır.
Aralarında farklı düzenlemeler olmakla birlikte, düzenleme getirilen bu hâllerde rekabet yasağına tâbi kişiler ya bir iş yapmaktan ya da bir şirkete girmekten yasaklanmakta, özellikle adî şirket ortakları açısından daha somut bir ifade ile adeta bir “ticaret yasağı”(51) içine girmektedirler.
Türk özel hukukunda, şirketler bakımından rekabet yasağının Borçlar Kanununda ve Türk Ticaret Kanununda düzenlenmiş olması, yani rekabet yasağının iki ayrı kaynağının bulunması dolayısıyla, adî şirkete müteallik hükümlerle ticaret şirketlerine ait hükümler arasında bariz bir farklılık meydana gelmiştir.(52)
Borçlar Kanununun 526’ncı maddesi “Şeriklerden hiçbiri kendi hesabına, şirketin gayesine muhalif veya zararlı işleri yapamaz” hükmünü amirdir. Bu itibarla, adî şirkette ortaklar tarafından kendi hesaplarına, şirket gayesine muhalif veya zararlı genel herhangi bir davranışın yapılmasıyla rekabet yasağına konu eylem oluşurken, ticaret şirketlerinde rekabet yasağı, ortaklar tarafından şirket gayesine muhalif bir iş icrası ile değil ve fakat şirket çeşitlerine göre ancak kanun tarafından tasrih edilmiş olan muamele ve davranışların ifasıyla oluşur.(53)
Bu sebeple adî şirkete ilişkin hükümler daha kapsamlı olması dolayısıyla umumî kaideyi tespit ederken; ticaret şirketlerinde belirtilen hâller özel bir mahiyet arz eder ve ancak kanunda belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde rekabet yasağı oluşur.(54)
Gerek Borçlar Kanununda gerekse TTK’deki rekabet yasağına ilişkin hükümlerin konuluş amacı; şirket tüzel kişiliğini, şirket ortaklarını, şirketle ilişkiye giren müşterileri ve hazine dahil tüm ilgilileri rekabetten korumak, ticarî hayatta şirketlerin güven içinde faaliyetlerine devam etmesini sağlayarak gelişmelerine imkân vermektir. Sırf bu sebeple genel hukuk kuralları açısından caiz görülen faaliyetler, ticaretin güvenlik içinde yapılması açısından kanunla yasaklanmıştır.
Temelini dürüstlük kuralında ve emeği tahsis ilkesinde bulduğu kabul edilen bu yasaklar, rekabetin ortaya çıkarabileceği riskleri ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.(55)
Rekabet yasağına ilişkin hükümlerin bir kısmı, doğrudan doğruya kanun tarafından düzenlenmiştir. Kanun tarafından düzenlenen rekabet yasaklarının temelinde sadakat borcu, dürüstlük kuralı ve “affectio sociatis” ilkesinin bulunduğunu kabul eden bu yasaklar, kural olarak hukukî ilişkinin süresi ile sınırlıdır. Kanun koyucu, rekabeti hukukî ilişkinin sona ermesinden sonraki dönem için ancak istisnai hükümlerle yasaklama yoluna gitmiştir.(56)
Kanun koyucu, getirdiği bu düzenlemeler ile hem şirketin başarılı yöneticilerinin hizmetinden yoksun kalmamayı, hem de şirket ve ortaklarının zarar görmesini engellemeyi amaçlamış ve ihtiyaca göre yasağın, şirket nevine göre genel kurul veya ortakların alacakları kararla kaldırılabileceğini kabul ederek konuya esneklik getirmiştir.(57)
Esasen kanun tarafından getirilen bu düzenlemeler her ne kadar şirketi, şirket ortaklarını, şirketle iş ilişkisine giren üçüncü kişileri koruyan bir nitelik gösterse de asıl korunmak istenen şeyin ticarî hayatta şirketlerin güven içerisinde ticarî faaliyetlerine devam etmesinin sağlanması olduğu da kabul edilmelidir.
ş. Binnaz Aydın Yunus
Avukatların Kamu Kurum ve Kuruluşlarından Belge İsteme ve Örnek Alma Hakkında Danıştay Kararı
T.C.
DANIŞTAY
DAIRE 1
Esas No.
2002/26
Karar No.
2002/52
Tarihi
10.04.2002
213-VERGİ USUL KANUNU ( VUK 5
657-DEVLET MEMURLARI KANUNU 128/129/130/131
1136-AVUKATLIK KANUNU ( AK 163/2/35
1412-CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU ( CMUK 143/6/88
1512-NOTERLİK KANUNU 54/55
2577-İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNU ( İYUK/20
2709-TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI/36
4045-GÜVENLİK SORUŞTURMASI, BAZI NEDENLERLE GÖREVLERİNE SON VERİLEN KAMU PERSONELİ İLE KAMU GÖREVİNE ALINMAYANLARIN HAKLARININ GERİ VERİLMESİNE VE 1402 NUMARALI SIKIYÖNETİM KANUNU'NDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN/1
4389-BANKALAR KANUNU22/ 22.7.8/3/3.8
4483-MEMURLAR VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİNİN YARGILANMASI HAKKINDA KANUN/1/6
4721-TÜRK MEDENİ KANUNU (MK2/3
AVUKATLARIN GEREK DUYDUĞU BİLGİ VE BELGE
BİLGİ VE BELGELERİ İNCELEMEYE SUNMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ
AVUKATLARA GÖREVLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİNDE YARDIMCI OLACAK KURUM VE KURULUŞLAR KURUM VE KURULUŞLAR
VEKALETNAME İBRAZI GEREĞİ
AVUKATIN İNCELEDİĞİ BELGELERDEN ÖRNEK ALMASI
DİSİPLİN VE CEZA SORUŞTURMA DOSYASI
AVUKATIN İNCELEME YETKİSİ
BİLGİ VE BELGE ALMANIN SINIRLARI
VEKALET İBRAZI
AVUKATLIK GÖREVİNİN YERİNE GETİRİLMESİ
ÖRNEK ALMA
ÖZET
AVUKATLIK KANUNUNUN 2. MADDESİNİN 4667 SAYILI KANUNLA DEĞİŞTİRİLEN ÜÇÜNCÜ FIKRASINDA SAYILAN KURUM VE KURULUŞLARA, AVUKATLARA GÖREVLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİNDE YARDIMCI OLMA ZORUNLULUĞU GETİRİLMİŞTİR. BURADAKİ ZORUNLULUK, AVUKATLIK GÖREVLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİ İLE SINIRLIDIR. YASA KOYUCU, KURUM VE KURULUŞLARIN BÜNYESİNDE İNCELEME OLANAĞI TANIDIĞI BELGELERDEN ÖRNEK ALINMASINI VEKALETNAME İBRAZINA BAĞLI TUTMUŞTUR. AVUKATLARCA İNCELENMESİNDEN SONRA BU BELGELERİN GEREKLİ OLANLARINDAN KONUSU, TARİH VE SAYISI BELİRTİLEREK ÖRNEK ALINABİLMESİ YASA HÜKMÜ GEREĞİDİR.
DAVA : 1136 sayılı Avukatlık Kanununa göre avukatların kamu kurum ve kuruluşlarından isteyebileceği belgelerin sınırlarının ve içeriğinin ne olacağı konusunda düşülen duraksamanın giderilmesine yönelik istişari düşünce istemine ilişkin Başbakanlığın 15.2.2002 günlü ve B.02.O.KKG/174-49/898 sayılı yazısına ekli Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 20.11.2001 günlü ve 26722 sayılı yazısında aynen:
Avukatlık Kanunu'nun 02.05.2001 tarih, 4667 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile değişik 3. fıkrası ile;
"Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir" hükmü getirilmiştir.
Sözkonusu hüküm gereğince, Kurulumuz Başkanlığı'na yapılan müracaatlarda; bazı avukatlar müvekkilleri hakkında, Kurulumuza yazılmış olan yazılar ile ayrı kuruluş ve kişilerin diğer kurumlara yazdığı ve bir şekilde Kurulumuza intikal eden bütün yazı ve eklerinin tasdikli birer fotokopisinin gönderilmesi istenilmektedir.
Bununla birlikte yine sanık vekili bir avukat tarafından Yükseköğretim Denetleme Kurulu tarafından yapılan disiplin ve ceza soruşturması ile ilgili dosyanın sureti Kurulumuzdan talep edilmiş ve talebin yerine getirilmesi hususunda tereddüde düşülmüştür. ( Ek-1 )
Yine üniversite rektörlüklerinden Kurulumuza gelen yazılarda; Avukatlık Yasası'nın uygulama sınırları, özellikle avukatların bu kanunun tanıdığı yetki ile isteyebileceği belgelerin sınırları ve muhteviyatı açısından uygulamada güçlüklerle karşılaşıldığı ifade edilmektedir. ( Ek-2 )
Uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla Avukatlık Yasasının 02.05.2001 tarih ve 4667 sayılı Kanunun'un 2. maddesi ile değişik 3. fıkrası hükmüne göre; avukatlara müvekkilleriyle ilgili olan, konusu tarihi, sayısı müşahhas olarak belirtilmeyen her türlü evrakın tamamının verilmesi zorunluluğunun bulunup bulunmadığı yapılmakta olan disiplin ve ceza soruşturmalarında soruşturma dosyasının gizlilik gözetilıneksizin bir bölümünün ya da tamamının birer örneğinin verilmesi zorunluluğunun bulunup bulunmadığı hususlarında Danıştay Başkanlığı'ndan istişari görüş alınması zarureti hasıl olmuş bulunmaktadır.
Danıştay Kanunu nun 41. ve 42. maddeleri uyarınca konu ile ilgili olarak Danıştay Birinci Daire Başkanlıği ndan istişari görüş alınabilmesi hususunu tensiplerinize arz ederim." denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğünden Hakim Dr. Ali Karagülınez, Yükseköğretiın Kurulu Başkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Hasan Sayın ile Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Ziya Yergök ve Hukuk Müşaviri Av. Tülay Yılmaz'ın sözlü açıklamaları dinlendikten sonra konu incelenerek,
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
KARAR : İstem, 1136 sayılı Avukatlık Kanununa göre avukatların kamu kurum ve kuruluşlarından isteyebileceği belgelerin sınırlarının ve içeriğinin ne olacağı konusunda düşülen duraksamanın giderilmesine ilişkindir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 2 nci maddesinin 4667 sayılı Kanunla değiştirilen birinci fıkrasında, avukatlığın amacının; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak olduğu, aynı Kanunla değiştirilen üçüncü fıkrasında ise, yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait dernekler, noterler, sigorta şirketleri ve vakıfların avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorunda oldukları, kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla bu kurumların avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlü oldukları, bu belgelerden örnek alınmasının vekaletname ibrazına bağlı olduğu, derdest davalarda müzekkerelerin duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabileceği hükme bağlanmıştır.
Söz konusu düzenleme ile maddede sayılan kurum ve kuruluşlara, avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelenmesine sunmak yükümlülüğü getirilmiş, incelemeye sunulan belgelerden örnek alınması vekalet ibrazına bağlanmıştır. Ayrıca derdest davalarda müzekkerelerin duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabileceği belirtilmek suretiyle, adli makamlarca bir husus hakkında başka dairelere yazılan yazıların duruşma gününden önce avukatlar tarafından mahkemeden alınabilmesine, müzekkere ile istenilen hususların takip edilmesi, çabuklaştırılması ve ilgili kuruluşlardan bilgi ve belge toplanması sağlanarak yargılama sürecinin çabuklaştırılmasına ve uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesine yardımcı olunmasına olanak sağlanmak istenilmektedir.
4667 sayılı Kanunun genel gerekçesinde ve madde gerekçelerinde de, avukatlara görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplayabilme yetkisinin verildiği belirtilmektedir.
Bu hükümlere göre avukatlar, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak, adalet ve hakkaniyete uygun biçimde uygulanması amacıyla görevlerini yerine getirirlerken maddede sayılan mercilere kendilerine yardımcı olma zorunluluğu getirilmiştir. Buradaki yardımcı olma zorunluluğu, avukatlık görevinin yerine getirilmesiyle sınırlıdır. Ayrıca bu kurumlara kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunma yükümlülüğü de getirilmiştir. Görüldüğü üzere Yasa hükmüyle kanunlardaki özel hükümler saklı tutulmuş ve avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgelerden söz edilmiş bulunulmaktadır. Bu durumda avukatın gerek duyduğu bilgi ve belge ifadesinin ne anlama geldiği, bu ifadeye hangi amacı sağlamak üzere yer verildiği üzerinde de durulması gerekmektedir,
1136 sayılı Kanunun 163 üncü maddesinde, avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı kapsaması gerektiği, yazılı olmayan anlaşmaların genel hükümlere göre ispatlanacağı, yalnız avukatların yapabileceği işler başlıklı 35 inci maddesinde, gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmenin, savunmanın, adli işlemleri takip etmenin, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemenin avukatlara ait olduğu belirtilmiştir.
Anayasanın 36 ncı maddesinde, herkesin, meşru vasıta veya yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı sınırsız bir hak değildir. Bu hakkın sınırı, suç, yargı mercileri ve dava kavramlarıyla da yakından ilişkilidir. Bu arada, Türk Medeni Kanununun hukuki ilişkilerin kapsamı başlığı altında dürüst davranma ve iyiniyet kurallarını düzenleyen 2 nci ve 3 üncü maddelerinin hükümlerini de gözönünde bulundurmak zorunludur. Bu hükümlerde, herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeninde korunmadığı, Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olanın iyiniyetin varlığı olduğu, ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı açık bir biçimde belirtilmektedir.
1136 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ve yukarıda anılan diğer hükümleri ile Medeni Kanunun 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümleri dikkate alındığında, avukatlara bilgi ve belge toplayabilme yetkisi veren hükümlerin genel sınırları ortaya çıkmış olmaktadır. Buna göre maddede sayılan kurum ve kuruluşların, avukatlara görevlerinin yerine getirilmesi kapsamında, müvekkilinin hukukunu savunabilmesine, haklarını dava etmesine, yargılama sürecinin çabuklaştırılmasına ve uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesine, adli makamlarca bir husus hakkında başka dairelere yazılan yazıların duruşma gününden önca alınmasına, bu yazılarda istenilen hususların takip edilmesi ve çabuklaştırılmasına ve gerekli bilgi ve belgelerin toplanabilmesine yardımcı olmaları gerekmektedir.
1136 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "avukatın gerek duyduğu bilgi ve belge" ifadesinin anlam ve kapsamının da yukarıda belirtilen genel hükümler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmekle birlikte, bu ifadede geçen "gerek" sözcüğünün herhangi bir işin yapılabilmesinin bağlı bulunduğu şey anlamını içerdiği, gerekliliği açıklayan nedenlerin ise "gerekçe" sözcüğü ile ifade edildiği gözden uzak tutulmamalıdır. Gerek duymak, keyfi, hiçbir nedene bağlı olmaksızın bir şeyi istemek iradesi anlamına gelmemekte, herhangi bir işin yapılabilmesine bağlı bir istemi anlatmaktadır. Böyle olunca, avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri hangi işin yapılabilmesine bağlı olarak incelemek istediğini, gerekliliği açıklayan nedenlerle birlikte belirtmesi ve bu belgelerin incelemesine sunulması yasa hükmü gereğidir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus da, incelemeye sunma yükümlülüğüdür. İncelemeye sunma işlevi, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluşta, gerektiğinde bir görevli eşliğinde, uygun bir yerde gerçekleştirilmelidir. İncelemeye sunma yükümlülüğünün, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluş dışında bir yere veya şehire gönderilmesi suretiyle yerine getirilmesi sözkonusu olamayacağından, avukatların gerek duydukları bilgi ve belgelerin veya bunların onaylı örneklerinin ya da fotokopilerinin adreslerine gönderilmesini istemeleri yasanın hükümlerine ve amacına uygun düşmeyecektir. Yasa koyucu, kurum ve kuruluşların bünyesinde inceleme olanağı tanıdığı belgelerdcn örnek alınmasını vekaletname ibrazına bağlı tutmuştur. Böylece, genel sınırları, içeriği yukarıdaki açıklamalarla belirlenen bilgi ve belgelerden, kanunlarındaki özel hükümler saklı tutularak incelemeye sunulması zorunlu olanların avukatlarca yerinde incelenmesinden sonra, bu belgelerden gerekli görülenlerin tarih ve sayısı belirtilerek örnek alınması suretiyle bilgi ve belge toplayabilme amacının sağlanması gerçekleşecektir.
Diğer yandan, 1136 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan mercilerin, avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunma yükümlülüğünün istisnası olan bazı özel hükümler şöyle sıralanabilir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 143 üncü maddesinde, avukatın hazırlık belgeleri ile dava dosyasının tamamını inceleme ve istediği belgenin bir örneğini alma hakkına sahip olduğu, hazırlık soruşturmasının amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine hazırlık soruşturması sırasında bu hakkın sulh hakiminin kararıyla kısıtlanabileceği, yakalanan kişinin veya sanığın sorgusunu içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve yakalanan kişi veya sanığın hazır bulunmaya yetkili olduğu diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında hakiın kararıyla kısıtlanabilmeye ilişkin ikinci fıkra hükmünün uygulanmayacağı belirtilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 11 inci maddesindeki yollama nedeniyle bu mahkemeler için de CMUK'nun sözü edilen hükmünün uygulanması sağlanmıştır.
Ayrıca, 1512 sayılı Noterlik Kanununun 54 ve 55 inci maddelerinde, 1389 sayılı Bankalar Kanununun 3 üncü maddesinin sekizinci, 22 nci maddesinin yedi ve sekizinci fıkralarında, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun vergi mahremiyeti başlıklı 5 inci maddesinde yer verilen hükümlerle bilgi ve belgelerin kanunen açıkça yetkili kılınan mercilerin dışında üçüncü kişilere açıklanmasını engelleyici ve hangi bilgi ve belgelerin bu kapsamda olduğunu gösteren sınırlamalar getirilmiştir.
Diğer bazı kanunlarda idareye, üçüncü kişilere ve hatta yargı mercilerine bazı bilgi ve belgeleri vermekten imtina hakkı tanınmış, bu hakkın kullanımı ilgili kanunlarda ayrı ve farklı şartlara bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20 nci maddesinin birinci fıkrasında, "Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce süresi içinde yerine getilirmesi mecburidir." denildikten sonra üçüncü fıkrasında "Ancak, istenilen bilgi ve belgeler devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan veya ilgili bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez." hükmüne yer verilmiş, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 88 inci maddesinde de benzer bir hüküm yer almıştır.
Yine, 26.10.1994 günlü ve 4045 sayılı Kanunun 1 inci maddesine dayanılarak çıkarılan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliğinin 2 nci maddesinde, bu Yönetmeliğin, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde Devletin güvenliğinin, iç ve dış menfaatlerinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeleri, bunların toplanmasını ve işlemini yürüten bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının ilgili birim ve kısımlarının belirlenmesini, ... kapsadığı belirtilmiş, 4 üncü maddesinin ( e ) bendinde, "bilmesi gereken" ibaresi, bir gizli evrakı veya dokümanı ancak görevinden dolayı öğrenen, onu inceleyen, uygulayan ve korumaktan sorumlu bulunanlar olarak tanımlanmış ve bu tanımlamadan hareketle 5 inci maddesinde, bilmesi gerekenlerin dışında diğer kişilerin bilmelerinin istenmediği ve açıklandığı takdirde Devletin güvenliğine, ulusal varlık ve bütünlüğe, iç ve dış menfaatlerimize vereceği zararlara göre gizlilik dereceleri çok gizli, gizli, özel ve hizmete özel olarak sınıflandırılmıştır. Görüldüğü üzere, mevzuattaki özel hükümlerde de, bilmesi gerekenlerin dışında diğer kişilerin bilmelerinin istenmediği, açıklandığı takdirde Devletin güvenliğine, ulusal varlık ve bütünlüğe, iç ve dış menfaatlerimize, ceza veya disiplin soruşturmalarını amacına zarar vereceği öngörülen bilgi ve belgelerin açıklanması, incelemeye sunulması ve bunlardan bir suret alınması konularında kısıtlamalar ve sınırlamalar getirilmiş, idareye belirli nitelikteki bilgi ve belgeleri yargı mercilerine dahi vermeme olanağı tanınmış bulunmaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 128, 129, 130 ve 131 inci maddelerinde de, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren hallerde, disiplin kurulunun soruşturma dosyasını aldığı tarihten itibaren 30 gün içinde soruşturma evrakına göre kararını bildireceği, memurluktan çıkarma cezası için, soruşturma dosyasının yüksek disiplin kuruluna tevdi edileceği, bu kurulların dosyaların incelenmesinde gerekli gördükleri takdirde, ilgilinin sicil dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili kurumlardan bilgi almaya, yeminli tanık ve bilirkişi dinlemeye veya niyabeten dinletmeye, mahallen keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkili oldukları, hakkında memurluktan çıkarma cezası istenen memurun, sicil dosyası hariç, soruşturma evrakını inceleme, tanık dinletme, disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma hakkına sahip olduğu, Devlet memuru hakkında savunması alınmadan disiplin cezası verilemeyeceği belirtilmiştir.
4483 sayılı Meınurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında, ön inceleme ile görevlendi rilen kişi veya kişilerin, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olduğu, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilecekleri belirtilmek suretiyle CMUK'un yukarıda sözü edilen 143 üncü maddesinin uygulanmasına imkan tanındığı görülmektedir.
Bu hükümler karşısında, hakkında ceza soruşturması yapılan bir devlet memurunun kendisi veya avukat olan vekilinin CMUK'nun 143 üncü maddesi hükmüne dayanarak, hazırlık soruşturmasının amacını tehlikeye düşürebilecek durumlarda sulh hakiminin kararıyla kısıtlanabilecek olanlar dışında, hazırlık belgeleri ile dava dosyasının tamamını incelemeye ve istediği belgenin bir örneğini almaya hakkı bulunmaktadır. 4483 sayılı Yasa uygulamasında da ön inceleme ile görevlendirilenler soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek durumlarda bu Yasanın 6 ncı maddesi gereğince sulh hakiminden kısıtlama kararı almak da dahil, CMUK'nun Cumhuriyet savcılarına verdiği bütün yetkileri kullanabileceklerdir.
Diğer taraftan, disiplin soruşturması evresinde, bu soruşturma sonucunda yetkili makamlarca bir disiplin cezası verilmesi, icrai ve kesin nitelikleri haiz bir idari işlemdir. İdare hukukunda, idari işlemin birbirini izleyen birçok safhadan oluşan işlem dizisi ile ortaya çıkacağı kabul edilmektedir. Kamu gücü ve kudretinin, üçüncü kişiler üzerinde, ayrıca bir başka işlemin varlığına gerek olmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuçlar doğurmak suretiyle etkisini gösterdiği işlemler icrai niteliktedir. Bu bağlamda tavsiye, dilek, düşünce, teklif gibi bilgi verici, açıklayıcı işlemler yanında hazırlık işlemleri de icrai olmayan işlemler olarak kabul edilmektedir.
Disiplin soruşturması işlemleri de inceleme prosedürünün bir parçası olarak icrai işlemin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Disiplin soruşturmasının yapıldığı aşamada bir belirsizlik arzeden bu durum, ilgilinin savunmasının istendiği andan itibaren savunma hakkının gerekleri açısından sonuç doğurabilecek nitelikte kabul edilmelidir. Bu nedenle de, disiplin soruşturmasında ilgilinin savunmasının istendiği andan itibaren disiplin soruşturmasının amacını tehlikeye düşürebilecek belgeler ile sicil dosyası hariç, ilgilinin veya avukatının disiplin dosyasının tamamını incelemeye ve istediği belgenin bir örneğini almaya hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Bütün bu genel ve özel kısıtlama ve sınırlama hükümleriyle karşılıklı hukuki ilişkilerde hak, yetki ve sorumluluklar arasında kamu yararı fıkrine dayalı uygun dengenin sağlanması, sorumlulukların bu dengeye uygun şekilde yerine getirilmesi amaçlanmıştır.
Sonuç olarak; istişari düşünce istemine esas olan maddi olay ve olgular da dikkate alındığında aşağıda sıralanan hususların taraflarca karşılıklı olarak değerlendirilmesinde, sorumluluklar arasında uygun ve ölçülü dengenin sağlanması halinde, duraksama konularının ortadan kalkacağı söylenebilır.
1- 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 2 nci maddesinin 4667 sayılı Kanunla değiştirilen üçüncü fıkrasında sayılan kurum ve kuruluşlara, avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olma zorunluluğu getirilmiştir. Yardımcı olma zorunluluğunun kapsamını ve sınırlarını belirlemede avukatların görevleriyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalar gözönünde bulundurulmalıdır.
Bu kurumlara, kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla avukatların gerek duyduğu bilgi ve belgeleri aşağıdaki kapsam çerçevesinde incelemelerine sunmak yükümlülüğü getirilmiştir.
a ) İncelemeye sunma, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluş bünyesinde, gerektiğinde bir görevli eşliğinde uygun bir yerde gerçekleştirilmesi gereken bir işlevdir.
b ) İncelemeye sunma yükümlülüğünün, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluş dışında bir yere veya şehire gönderilmesi suretiyle yerine getirilmesinin istenmesi, yasanın amacına uygun bir talep olarak değerlendirilemez.
c ) Avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgelerin kapsamı, avukatların görevleriyle ve gerek duyma ifadesiyle ilgili açıklamalarda belirtilen sınırlar içinde anlaşılmalı ve değerlendirilmelidir.
d ) Yasa koyucu, kurum ve kuruluşların bünyesinde inceleme olanağı tanıdığı belgelerden örnek alınmasını vekaletname ibrazına bağlı tutmuştur. Avukatlarca incelenmesinden sonra bu belgelerin gerekli olanlarından konusu, tarih ve sayısı belirtilerek örnek alınabilmesi yasa hükmü gereğidir.
2- İncelemeye sunma yükümlülüğünün istisnası olan kanunlardaki özel hükümlerin sınırları ve içeriği, ilgili madde metinleriyle bu konuda yukarıda yapılan açıklamalarda belirtilen hukuki çerçeve içinde değerlendirilmelidir.
SONUÇ : Duraksama konusu hakkında yukarıda açıklanan görüşle dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına 10.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
DANIŞTAY
DAIRE 1
Esas No.
2002/26
Karar No.
2002/52
Tarihi
10.04.2002
213-VERGİ USUL KANUNU ( VUK 5
657-DEVLET MEMURLARI KANUNU 128/129/130/131
1136-AVUKATLIK KANUNU ( AK 163/2/35
1412-CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU ( CMUK 143/6/88
1512-NOTERLİK KANUNU 54/55
2577-İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNU ( İYUK/20
2709-TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI/36
4045-GÜVENLİK SORUŞTURMASI, BAZI NEDENLERLE GÖREVLERİNE SON VERİLEN KAMU PERSONELİ İLE KAMU GÖREVİNE ALINMAYANLARIN HAKLARININ GERİ VERİLMESİNE VE 1402 NUMARALI SIKIYÖNETİM KANUNU'NDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN/1
4389-BANKALAR KANUNU22/ 22.7.8/3/3.8
4483-MEMURLAR VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİNİN YARGILANMASI HAKKINDA KANUN/1/6
4721-TÜRK MEDENİ KANUNU (MK2/3
AVUKATLARIN GEREK DUYDUĞU BİLGİ VE BELGE
BİLGİ VE BELGELERİ İNCELEMEYE SUNMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ
AVUKATLARA GÖREVLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİNDE YARDIMCI OLACAK KURUM VE KURULUŞLAR KURUM VE KURULUŞLAR
VEKALETNAME İBRAZI GEREĞİ
AVUKATIN İNCELEDİĞİ BELGELERDEN ÖRNEK ALMASI
DİSİPLİN VE CEZA SORUŞTURMA DOSYASI
AVUKATIN İNCELEME YETKİSİ
BİLGİ VE BELGE ALMANIN SINIRLARI
VEKALET İBRAZI
AVUKATLIK GÖREVİNİN YERİNE GETİRİLMESİ
ÖRNEK ALMA
ÖZET
AVUKATLIK KANUNUNUN 2. MADDESİNİN 4667 SAYILI KANUNLA DEĞİŞTİRİLEN ÜÇÜNCÜ FIKRASINDA SAYILAN KURUM VE KURULUŞLARA, AVUKATLARA GÖREVLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİNDE YARDIMCI OLMA ZORUNLULUĞU GETİRİLMİŞTİR. BURADAKİ ZORUNLULUK, AVUKATLIK GÖREVLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİ İLE SINIRLIDIR. YASA KOYUCU, KURUM VE KURULUŞLARIN BÜNYESİNDE İNCELEME OLANAĞI TANIDIĞI BELGELERDEN ÖRNEK ALINMASINI VEKALETNAME İBRAZINA BAĞLI TUTMUŞTUR. AVUKATLARCA İNCELENMESİNDEN SONRA BU BELGELERİN GEREKLİ OLANLARINDAN KONUSU, TARİH VE SAYISI BELİRTİLEREK ÖRNEK ALINABİLMESİ YASA HÜKMÜ GEREĞİDİR.
DAVA : 1136 sayılı Avukatlık Kanununa göre avukatların kamu kurum ve kuruluşlarından isteyebileceği belgelerin sınırlarının ve içeriğinin ne olacağı konusunda düşülen duraksamanın giderilmesine yönelik istişari düşünce istemine ilişkin Başbakanlığın 15.2.2002 günlü ve B.02.O.KKG/174-49/898 sayılı yazısına ekli Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 20.11.2001 günlü ve 26722 sayılı yazısında aynen:
Avukatlık Kanunu'nun 02.05.2001 tarih, 4667 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile değişik 3. fıkrası ile;
"Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir" hükmü getirilmiştir.
Sözkonusu hüküm gereğince, Kurulumuz Başkanlığı'na yapılan müracaatlarda; bazı avukatlar müvekkilleri hakkında, Kurulumuza yazılmış olan yazılar ile ayrı kuruluş ve kişilerin diğer kurumlara yazdığı ve bir şekilde Kurulumuza intikal eden bütün yazı ve eklerinin tasdikli birer fotokopisinin gönderilmesi istenilmektedir.
Bununla birlikte yine sanık vekili bir avukat tarafından Yükseköğretim Denetleme Kurulu tarafından yapılan disiplin ve ceza soruşturması ile ilgili dosyanın sureti Kurulumuzdan talep edilmiş ve talebin yerine getirilmesi hususunda tereddüde düşülmüştür. ( Ek-1 )
Yine üniversite rektörlüklerinden Kurulumuza gelen yazılarda; Avukatlık Yasası'nın uygulama sınırları, özellikle avukatların bu kanunun tanıdığı yetki ile isteyebileceği belgelerin sınırları ve muhteviyatı açısından uygulamada güçlüklerle karşılaşıldığı ifade edilmektedir. ( Ek-2 )
Uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla Avukatlık Yasasının 02.05.2001 tarih ve 4667 sayılı Kanunun'un 2. maddesi ile değişik 3. fıkrası hükmüne göre; avukatlara müvekkilleriyle ilgili olan, konusu tarihi, sayısı müşahhas olarak belirtilmeyen her türlü evrakın tamamının verilmesi zorunluluğunun bulunup bulunmadığı yapılmakta olan disiplin ve ceza soruşturmalarında soruşturma dosyasının gizlilik gözetilıneksizin bir bölümünün ya da tamamının birer örneğinin verilmesi zorunluluğunun bulunup bulunmadığı hususlarında Danıştay Başkanlığı'ndan istişari görüş alınması zarureti hasıl olmuş bulunmaktadır.
Danıştay Kanunu nun 41. ve 42. maddeleri uyarınca konu ile ilgili olarak Danıştay Birinci Daire Başkanlıği ndan istişari görüş alınabilmesi hususunu tensiplerinize arz ederim." denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğünden Hakim Dr. Ali Karagülınez, Yükseköğretiın Kurulu Başkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Hasan Sayın ile Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Ziya Yergök ve Hukuk Müşaviri Av. Tülay Yılmaz'ın sözlü açıklamaları dinlendikten sonra konu incelenerek,
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
KARAR : İstem, 1136 sayılı Avukatlık Kanununa göre avukatların kamu kurum ve kuruluşlarından isteyebileceği belgelerin sınırlarının ve içeriğinin ne olacağı konusunda düşülen duraksamanın giderilmesine ilişkindir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 2 nci maddesinin 4667 sayılı Kanunla değiştirilen birinci fıkrasında, avukatlığın amacının; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak olduğu, aynı Kanunla değiştirilen üçüncü fıkrasında ise, yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait dernekler, noterler, sigorta şirketleri ve vakıfların avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorunda oldukları, kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla bu kurumların avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlü oldukları, bu belgelerden örnek alınmasının vekaletname ibrazına bağlı olduğu, derdest davalarda müzekkerelerin duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabileceği hükme bağlanmıştır.
Söz konusu düzenleme ile maddede sayılan kurum ve kuruluşlara, avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelenmesine sunmak yükümlülüğü getirilmiş, incelemeye sunulan belgelerden örnek alınması vekalet ibrazına bağlanmıştır. Ayrıca derdest davalarda müzekkerelerin duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabileceği belirtilmek suretiyle, adli makamlarca bir husus hakkında başka dairelere yazılan yazıların duruşma gününden önce avukatlar tarafından mahkemeden alınabilmesine, müzekkere ile istenilen hususların takip edilmesi, çabuklaştırılması ve ilgili kuruluşlardan bilgi ve belge toplanması sağlanarak yargılama sürecinin çabuklaştırılmasına ve uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesine yardımcı olunmasına olanak sağlanmak istenilmektedir.
4667 sayılı Kanunun genel gerekçesinde ve madde gerekçelerinde de, avukatlara görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplayabilme yetkisinin verildiği belirtilmektedir.
Bu hükümlere göre avukatlar, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak, adalet ve hakkaniyete uygun biçimde uygulanması amacıyla görevlerini yerine getirirlerken maddede sayılan mercilere kendilerine yardımcı olma zorunluluğu getirilmiştir. Buradaki yardımcı olma zorunluluğu, avukatlık görevinin yerine getirilmesiyle sınırlıdır. Ayrıca bu kurumlara kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunma yükümlülüğü de getirilmiştir. Görüldüğü üzere Yasa hükmüyle kanunlardaki özel hükümler saklı tutulmuş ve avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgelerden söz edilmiş bulunulmaktadır. Bu durumda avukatın gerek duyduğu bilgi ve belge ifadesinin ne anlama geldiği, bu ifadeye hangi amacı sağlamak üzere yer verildiği üzerinde de durulması gerekmektedir,
1136 sayılı Kanunun 163 üncü maddesinde, avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı kapsaması gerektiği, yazılı olmayan anlaşmaların genel hükümlere göre ispatlanacağı, yalnız avukatların yapabileceği işler başlıklı 35 inci maddesinde, gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmenin, savunmanın, adli işlemleri takip etmenin, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemenin avukatlara ait olduğu belirtilmiştir.
Anayasanın 36 ncı maddesinde, herkesin, meşru vasıta veya yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı sınırsız bir hak değildir. Bu hakkın sınırı, suç, yargı mercileri ve dava kavramlarıyla da yakından ilişkilidir. Bu arada, Türk Medeni Kanununun hukuki ilişkilerin kapsamı başlığı altında dürüst davranma ve iyiniyet kurallarını düzenleyen 2 nci ve 3 üncü maddelerinin hükümlerini de gözönünde bulundurmak zorunludur. Bu hükümlerde, herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeninde korunmadığı, Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olanın iyiniyetin varlığı olduğu, ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı açık bir biçimde belirtilmektedir.
1136 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ve yukarıda anılan diğer hükümleri ile Medeni Kanunun 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümleri dikkate alındığında, avukatlara bilgi ve belge toplayabilme yetkisi veren hükümlerin genel sınırları ortaya çıkmış olmaktadır. Buna göre maddede sayılan kurum ve kuruluşların, avukatlara görevlerinin yerine getirilmesi kapsamında, müvekkilinin hukukunu savunabilmesine, haklarını dava etmesine, yargılama sürecinin çabuklaştırılmasına ve uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesine, adli makamlarca bir husus hakkında başka dairelere yazılan yazıların duruşma gününden önca alınmasına, bu yazılarda istenilen hususların takip edilmesi ve çabuklaştırılmasına ve gerekli bilgi ve belgelerin toplanabilmesine yardımcı olmaları gerekmektedir.
1136 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "avukatın gerek duyduğu bilgi ve belge" ifadesinin anlam ve kapsamının da yukarıda belirtilen genel hükümler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmekle birlikte, bu ifadede geçen "gerek" sözcüğünün herhangi bir işin yapılabilmesinin bağlı bulunduğu şey anlamını içerdiği, gerekliliği açıklayan nedenlerin ise "gerekçe" sözcüğü ile ifade edildiği gözden uzak tutulmamalıdır. Gerek duymak, keyfi, hiçbir nedene bağlı olmaksızın bir şeyi istemek iradesi anlamına gelmemekte, herhangi bir işin yapılabilmesine bağlı bir istemi anlatmaktadır. Böyle olunca, avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri hangi işin yapılabilmesine bağlı olarak incelemek istediğini, gerekliliği açıklayan nedenlerle birlikte belirtmesi ve bu belgelerin incelemesine sunulması yasa hükmü gereğidir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus da, incelemeye sunma yükümlülüğüdür. İncelemeye sunma işlevi, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluşta, gerektiğinde bir görevli eşliğinde, uygun bir yerde gerçekleştirilmelidir. İncelemeye sunma yükümlülüğünün, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluş dışında bir yere veya şehire gönderilmesi suretiyle yerine getirilmesi sözkonusu olamayacağından, avukatların gerek duydukları bilgi ve belgelerin veya bunların onaylı örneklerinin ya da fotokopilerinin adreslerine gönderilmesini istemeleri yasanın hükümlerine ve amacına uygun düşmeyecektir. Yasa koyucu, kurum ve kuruluşların bünyesinde inceleme olanağı tanıdığı belgelerdcn örnek alınmasını vekaletname ibrazına bağlı tutmuştur. Böylece, genel sınırları, içeriği yukarıdaki açıklamalarla belirlenen bilgi ve belgelerden, kanunlarındaki özel hükümler saklı tutularak incelemeye sunulması zorunlu olanların avukatlarca yerinde incelenmesinden sonra, bu belgelerden gerekli görülenlerin tarih ve sayısı belirtilerek örnek alınması suretiyle bilgi ve belge toplayabilme amacının sağlanması gerçekleşecektir.
Diğer yandan, 1136 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan mercilerin, avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunma yükümlülüğünün istisnası olan bazı özel hükümler şöyle sıralanabilir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 143 üncü maddesinde, avukatın hazırlık belgeleri ile dava dosyasının tamamını inceleme ve istediği belgenin bir örneğini alma hakkına sahip olduğu, hazırlık soruşturmasının amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine hazırlık soruşturması sırasında bu hakkın sulh hakiminin kararıyla kısıtlanabileceği, yakalanan kişinin veya sanığın sorgusunu içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve yakalanan kişi veya sanığın hazır bulunmaya yetkili olduğu diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında hakiın kararıyla kısıtlanabilmeye ilişkin ikinci fıkra hükmünün uygulanmayacağı belirtilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 11 inci maddesindeki yollama nedeniyle bu mahkemeler için de CMUK'nun sözü edilen hükmünün uygulanması sağlanmıştır.
Ayrıca, 1512 sayılı Noterlik Kanununun 54 ve 55 inci maddelerinde, 1389 sayılı Bankalar Kanununun 3 üncü maddesinin sekizinci, 22 nci maddesinin yedi ve sekizinci fıkralarında, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun vergi mahremiyeti başlıklı 5 inci maddesinde yer verilen hükümlerle bilgi ve belgelerin kanunen açıkça yetkili kılınan mercilerin dışında üçüncü kişilere açıklanmasını engelleyici ve hangi bilgi ve belgelerin bu kapsamda olduğunu gösteren sınırlamalar getirilmiştir.
Diğer bazı kanunlarda idareye, üçüncü kişilere ve hatta yargı mercilerine bazı bilgi ve belgeleri vermekten imtina hakkı tanınmış, bu hakkın kullanımı ilgili kanunlarda ayrı ve farklı şartlara bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20 nci maddesinin birinci fıkrasında, "Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce süresi içinde yerine getilirmesi mecburidir." denildikten sonra üçüncü fıkrasında "Ancak, istenilen bilgi ve belgeler devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan veya ilgili bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez." hükmüne yer verilmiş, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 88 inci maddesinde de benzer bir hüküm yer almıştır.
Yine, 26.10.1994 günlü ve 4045 sayılı Kanunun 1 inci maddesine dayanılarak çıkarılan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliğinin 2 nci maddesinde, bu Yönetmeliğin, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde Devletin güvenliğinin, iç ve dış menfaatlerinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeleri, bunların toplanmasını ve işlemini yürüten bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının ilgili birim ve kısımlarının belirlenmesini, ... kapsadığı belirtilmiş, 4 üncü maddesinin ( e ) bendinde, "bilmesi gereken" ibaresi, bir gizli evrakı veya dokümanı ancak görevinden dolayı öğrenen, onu inceleyen, uygulayan ve korumaktan sorumlu bulunanlar olarak tanımlanmış ve bu tanımlamadan hareketle 5 inci maddesinde, bilmesi gerekenlerin dışında diğer kişilerin bilmelerinin istenmediği ve açıklandığı takdirde Devletin güvenliğine, ulusal varlık ve bütünlüğe, iç ve dış menfaatlerimize vereceği zararlara göre gizlilik dereceleri çok gizli, gizli, özel ve hizmete özel olarak sınıflandırılmıştır. Görüldüğü üzere, mevzuattaki özel hükümlerde de, bilmesi gerekenlerin dışında diğer kişilerin bilmelerinin istenmediği, açıklandığı takdirde Devletin güvenliğine, ulusal varlık ve bütünlüğe, iç ve dış menfaatlerimize, ceza veya disiplin soruşturmalarını amacına zarar vereceği öngörülen bilgi ve belgelerin açıklanması, incelemeye sunulması ve bunlardan bir suret alınması konularında kısıtlamalar ve sınırlamalar getirilmiş, idareye belirli nitelikteki bilgi ve belgeleri yargı mercilerine dahi vermeme olanağı tanınmış bulunmaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 128, 129, 130 ve 131 inci maddelerinde de, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren hallerde, disiplin kurulunun soruşturma dosyasını aldığı tarihten itibaren 30 gün içinde soruşturma evrakına göre kararını bildireceği, memurluktan çıkarma cezası için, soruşturma dosyasının yüksek disiplin kuruluna tevdi edileceği, bu kurulların dosyaların incelenmesinde gerekli gördükleri takdirde, ilgilinin sicil dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili kurumlardan bilgi almaya, yeminli tanık ve bilirkişi dinlemeye veya niyabeten dinletmeye, mahallen keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkili oldukları, hakkında memurluktan çıkarma cezası istenen memurun, sicil dosyası hariç, soruşturma evrakını inceleme, tanık dinletme, disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma hakkına sahip olduğu, Devlet memuru hakkında savunması alınmadan disiplin cezası verilemeyeceği belirtilmiştir.
4483 sayılı Meınurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında, ön inceleme ile görevlendi rilen kişi veya kişilerin, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olduğu, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilecekleri belirtilmek suretiyle CMUK'un yukarıda sözü edilen 143 üncü maddesinin uygulanmasına imkan tanındığı görülmektedir.
Bu hükümler karşısında, hakkında ceza soruşturması yapılan bir devlet memurunun kendisi veya avukat olan vekilinin CMUK'nun 143 üncü maddesi hükmüne dayanarak, hazırlık soruşturmasının amacını tehlikeye düşürebilecek durumlarda sulh hakiminin kararıyla kısıtlanabilecek olanlar dışında, hazırlık belgeleri ile dava dosyasının tamamını incelemeye ve istediği belgenin bir örneğini almaya hakkı bulunmaktadır. 4483 sayılı Yasa uygulamasında da ön inceleme ile görevlendirilenler soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek durumlarda bu Yasanın 6 ncı maddesi gereğince sulh hakiminden kısıtlama kararı almak da dahil, CMUK'nun Cumhuriyet savcılarına verdiği bütün yetkileri kullanabileceklerdir.
Diğer taraftan, disiplin soruşturması evresinde, bu soruşturma sonucunda yetkili makamlarca bir disiplin cezası verilmesi, icrai ve kesin nitelikleri haiz bir idari işlemdir. İdare hukukunda, idari işlemin birbirini izleyen birçok safhadan oluşan işlem dizisi ile ortaya çıkacağı kabul edilmektedir. Kamu gücü ve kudretinin, üçüncü kişiler üzerinde, ayrıca bir başka işlemin varlığına gerek olmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuçlar doğurmak suretiyle etkisini gösterdiği işlemler icrai niteliktedir. Bu bağlamda tavsiye, dilek, düşünce, teklif gibi bilgi verici, açıklayıcı işlemler yanında hazırlık işlemleri de icrai olmayan işlemler olarak kabul edilmektedir.
Disiplin soruşturması işlemleri de inceleme prosedürünün bir parçası olarak icrai işlemin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Disiplin soruşturmasının yapıldığı aşamada bir belirsizlik arzeden bu durum, ilgilinin savunmasının istendiği andan itibaren savunma hakkının gerekleri açısından sonuç doğurabilecek nitelikte kabul edilmelidir. Bu nedenle de, disiplin soruşturmasında ilgilinin savunmasının istendiği andan itibaren disiplin soruşturmasının amacını tehlikeye düşürebilecek belgeler ile sicil dosyası hariç, ilgilinin veya avukatının disiplin dosyasının tamamını incelemeye ve istediği belgenin bir örneğini almaya hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Bütün bu genel ve özel kısıtlama ve sınırlama hükümleriyle karşılıklı hukuki ilişkilerde hak, yetki ve sorumluluklar arasında kamu yararı fıkrine dayalı uygun dengenin sağlanması, sorumlulukların bu dengeye uygun şekilde yerine getirilmesi amaçlanmıştır.
Sonuç olarak; istişari düşünce istemine esas olan maddi olay ve olgular da dikkate alındığında aşağıda sıralanan hususların taraflarca karşılıklı olarak değerlendirilmesinde, sorumluluklar arasında uygun ve ölçülü dengenin sağlanması halinde, duraksama konularının ortadan kalkacağı söylenebilır.
1- 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 2 nci maddesinin 4667 sayılı Kanunla değiştirilen üçüncü fıkrasında sayılan kurum ve kuruluşlara, avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olma zorunluluğu getirilmiştir. Yardımcı olma zorunluluğunun kapsamını ve sınırlarını belirlemede avukatların görevleriyle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalar gözönünde bulundurulmalıdır.
Bu kurumlara, kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla avukatların gerek duyduğu bilgi ve belgeleri aşağıdaki kapsam çerçevesinde incelemelerine sunmak yükümlülüğü getirilmiştir.
a ) İncelemeye sunma, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluş bünyesinde, gerektiğinde bir görevli eşliğinde uygun bir yerde gerçekleştirilmesi gereken bir işlevdir.
b ) İncelemeye sunma yükümlülüğünün, bilgi ve belgenin bulunduğu kurum ve kuruluş dışında bir yere veya şehire gönderilmesi suretiyle yerine getirilmesinin istenmesi, yasanın amacına uygun bir talep olarak değerlendirilemez.
c ) Avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgelerin kapsamı, avukatların görevleriyle ve gerek duyma ifadesiyle ilgili açıklamalarda belirtilen sınırlar içinde anlaşılmalı ve değerlendirilmelidir.
d ) Yasa koyucu, kurum ve kuruluşların bünyesinde inceleme olanağı tanıdığı belgelerden örnek alınmasını vekaletname ibrazına bağlı tutmuştur. Avukatlarca incelenmesinden sonra bu belgelerin gerekli olanlarından konusu, tarih ve sayısı belirtilerek örnek alınabilmesi yasa hükmü gereğidir.
2- İncelemeye sunma yükümlülüğünün istisnası olan kanunlardaki özel hükümlerin sınırları ve içeriği, ilgili madde metinleriyle bu konuda yukarıda yapılan açıklamalarda belirtilen hukuki çerçeve içinde değerlendirilmelidir.
SONUÇ : Duraksama konusu hakkında yukarıda açıklanan görüşle dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına 10.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Trafik İş Kazası
TRAFİK İŞ KAZASI
Bir trafik kazasını incelerken,
1. İş kazası var mı?
2.Uygun illiyet bağı var mı?
3. İşçinin ya da 3. kişinin kusuru var mı? Bunlara bakılır, ve sorumluluklar belirlenir.
İş kazası var mı?
Somut olayda kaza traktör ile işyeri dışında bir mahalde işyerine gerekli eşya veya hammadde alımından dönerken gerçekleşmiştir. 5510 sayılı kanunun 13/1-a maddesinde iş kazasının tanımı yapılmış ve sigortalının işyerinde bulunduğu sırada gerçekleşen kazaların iş kazası olarak kabul edildiğini hükme bağlanmıştır. Traktör 4857 Sayılı İş Kanununun tanımlar başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında sayılan işyeri araçlarından olup ve bu araçlar da iş yeri olarak kabul edilmiştir.
4857 Sayılı İş Kanununun tanımlar başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında işyerinin; işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütün olduğunu belirtmektedir.
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası kanunun 11. maddesinde işyerinin tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre işyeri; sigortalı sayılanların maddî olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işlerini yaptıkları yerlerdir.
Aynı kanun maddesinin ikinci fıkrasında işyerinde üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ile araçları da işyerinden saymıştır.
Traktör de işyerini oluşturan eklentiler arasındadır ve traktör ile yapılan kazalar işyerinde yapılmış sayılırlar.
5510 sayılı kanunun 13/1-a maddesine göre , iş kazası, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özre uğratan olaydır.
Traktör ile yapılmış olan trafik kazası 5510 Sayılı kanunun 13/1a maddesine göre işçinin işyerinde bulunduğu sırada yapmış olduğundan, bu kaza iş kazasıdır.
Hem 5510 sayılı kanun hükümleri hem de 4857 sayılı kanun hükümleri birlikte ele alındığında işyeri dışında bir mahalde traktör ile yapılan kazanın bir iş kazası olduğu aşikardır.
Uygun illiyet bağı var mı?
Uygun illiyet bağının varlığından maksat sadece kaza ile çalışanın zararının arasındaki bağ değil, kazanın işverenin yürüttüğü iş ile olan bağıdır.
**Kaza ile işverenin yürüttüğü iş arasındaki illiyet bağını gösteren karineler;
1- İşçinin çalışma sırasında, işini yaparken bir kazaya uğraması durumda kaza ile iş arasında uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilir.
2- İşverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alma yükümlülüğünü ihlal etmesi sebebiyle oluşan kazada da uygun illiyet bağının varlığı kabul edilir.
3- Kazanın iş saatleri içersinde yapılmış olması da kaza ile iş arasında ygun illiyet bağının varlığına işaret eder.
4- Kazanın yürütülen işin tehlikeli bir sonucu olarak meydana gelmesi de illiyet bağını gösterir.
Traktör kazasında yukarıda sayılmış olan karinelerden ilk üç maddenin hepsine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ve kaza ile iş arasında uygun illiyet bağı vardır.
**Uygun İlliyet bağını kesen sebepler;
İşçinin kusuru,
3. kişinin kusuru ve
Mücbir sebeplerdir.
3- Kusur ve Sorumlukları:
Somut olayda mücbir sebep ve 3. kişinin kusuruna rastlanılmamaktadır.
İşçi: İşçinin yani kazazedenin de mütefarik bir kusuru görülmektedir. Ehliyeti bulunmadan traktör kullanmaktadır, ancak işverenin emir ve talimatı üzerine ve iş verenin ‘’bir şey olmaz hemen gidip geliriz’’ deyip zorlayarak kullandırması, işverenlerin işçilerin üzerindeki baskılarının göz önünde bulundurulduğunda işçilerin bunu yapacağı normaldir. İşçinin bu kusuru illiyet bağını kesecek kadar ağır değil sadece zarardan cüzi bir indirim sebebi sayılması gerekir.
İşveren: İşverenin ilk ağır kusuru ehliyetsiz birini araca bindirip iş yaptırmak ve karayoluna çıkarmaktır. Diğer kusuru ise kazaya sebebiyet veren demirlerin yanlış bağlanmasıdır. Demirlerin traktör kasasında yüklenirken eğik ve düzensiz bir şekilde yüklenmesi ve yolda giderken ağır demirlerin kasada yer değiştirerek traktörün gidişatını değiştirmesi ve kazaya sebep olmasıdır. İşveren demirleri yüklerken özen gösterseydi güvenli bir şekilde bağlasaydı veyahut bağlatsaydı kaza olmayabilirdi. Hiçbir önlem almayan işverenin kusuru ağırdır.
İş Davalarında Mahkemelerin Yetki ve Görevleri
Görev: 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 1. maddesine göre , iş kanunu'na göre işçi sayılan kimselerle (o Kanunun değiştirilen ikinci maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu'na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.
5521 sayılı kanunun hükümlerine göre iş mahkemesi kurulmayan yerlerde dava değerine göre genel mahkemelerde dava açılabilir.
Yetki: 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 5. maddesine göre, iş mahkemelerinde açılacak her dâva, açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgâhı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşme muteber sayılmaz.
Davalının ikametgahı ve işyerinin bulunduğu yerdeki mahkemelerde dava açılabilir
İLGİLİ YARGITAY KARARLARI
YARGITAY 21 HD 2008/7855E 2008/10193K
İş kazası sonucu maluliyetten doğan maddi tazminat istemidir. İş kazasına maruz kalan işçinin maddi zararının hesaplanmasında gerçek ücretin esas alınması temel koşuldur. İmzalı bordrolardaki ücret ile tanıkların bildirdiği ücretin farklı olması halinde, ücretin kesin olarak belirlendiğinden söz edilemeyecektir. O halde; işçinin yaptığı iş, deneyimi ve mesleki kıdemi gibi olgular belirtilerek, ilgili meslek odasından emsal ücret bilgileri celp edilerek ücret tespiti yapılmalıdır.
YARGITAY 21 HD 2007/17004E 2007/19663K
İş kazası sonucu ölümden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine ilişkin davada, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerce, İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşullar gözönünde tutularak kusurun aidiyeti ve oranı saptanmalıdır.
YARGITAY 21 HD 2003/7438E 2003/7548K
İş kazasından doğan tazminat davalarının özelliği gereği, İş Kanunu'nun 77.maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve aynı oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmalıdır.
YARGITAY 21 HD 2003/3160E 2003/3023K
Mahkemece yapılacak iş; işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden yukarıda açıklandığı biçimde inceletmek, verilen rapor dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilmek sigortalının ücretini belirlemek kazanç kaybını hesaplatmak ve sonuca göre karar vermekten ibarettir.
YARGITAY 21HD. 2004/956E 2004/1691Kİş kazası nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların ödetilmesine ilişkin davalar akde aykırı hareketten kaynaklanan tazminat davaları olduğundan BK’ nın 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabidir.
Yargıtay 10 HD 2002/1891E 2002/2479K
Trafik kazası, dolaylı da olsa işveren tarafından yürütülen iş dolayısıyla meydana gelmiştir. Bu nedenle işkazası olarak kabul edilmesi gerekir.
YARGITAY 21HD 2003/11977E 2004/2011E
Davacı, trafik kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsilini istemiştir. İstihdam edenin sorumluluğu için istihdam edenle istihdam olunan arasında çalıştırma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması, zararın hizmetin ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması, eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir. Başka bir anlatımla, kazanın işverenin işi görülürken gerçekleşmiş olması sorumluluk için yeterli olmayıp, eylemle zarar arasındaki uygun neden-sonuç bağının işçinin ya da 3. kişinin tam kusuru ile kesilmemiş olması zorunludur.Somut olayda, açıklanan hususlar yerine getirilmemiş ve kusur raporu alınmadan sonuca gidilmiştir.Mahkemece yapılacak iş; olayda davalının sorumluluğunun olup olmadığının tespiti için yöntemince uzman bilirkişi heyetinden kusur raporu almak ve alınan rapor ile dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirilerek sonuca gitmekten ibarettir.
YARGITAY 21HD 2006/4898E 2006/6306KYapılacak iş; işçi sağlığı ve iş güvenliği ile trafik konularında uzman kişilerden seçilecek üç kişilik bilirkişi kuruluna konuya inceletmek verilen raporu dosyadaki bilgi ve belgeleri birlikte değerlendirmek ve sonucuna göre karar vermektir.
YARGITAY 21HD 2007/20152E 2008/5565Kİş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi davalarında, tazminat miktarı, işçinin rapor tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Başka bir anlatımla, işçinin günlük brüt geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise, 60 yaşa kadar yıllık olarak % 10 artırılıp, % 10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşından sonrada bakiye ömrü kadar ( pasif ) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yönteme başvurulmadan, her yıl için ayrı ayrı hesaplanması gere
Bir trafik kazasını incelerken,
1. İş kazası var mı?
2.Uygun illiyet bağı var mı?
3. İşçinin ya da 3. kişinin kusuru var mı? Bunlara bakılır, ve sorumluluklar belirlenir.
İş kazası var mı?
Somut olayda kaza traktör ile işyeri dışında bir mahalde işyerine gerekli eşya veya hammadde alımından dönerken gerçekleşmiştir. 5510 sayılı kanunun 13/1-a maddesinde iş kazasının tanımı yapılmış ve sigortalının işyerinde bulunduğu sırada gerçekleşen kazaların iş kazası olarak kabul edildiğini hükme bağlanmıştır. Traktör 4857 Sayılı İş Kanununun tanımlar başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında sayılan işyeri araçlarından olup ve bu araçlar da iş yeri olarak kabul edilmiştir.
4857 Sayılı İş Kanununun tanımlar başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında işyerinin; işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütün olduğunu belirtmektedir.
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası kanunun 11. maddesinde işyerinin tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre işyeri; sigortalı sayılanların maddî olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işlerini yaptıkları yerlerdir.
Aynı kanun maddesinin ikinci fıkrasında işyerinde üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ile araçları da işyerinden saymıştır.
Traktör de işyerini oluşturan eklentiler arasındadır ve traktör ile yapılan kazalar işyerinde yapılmış sayılırlar.
5510 sayılı kanunun 13/1-a maddesine göre , iş kazası, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özre uğratan olaydır.
Traktör ile yapılmış olan trafik kazası 5510 Sayılı kanunun 13/1a maddesine göre işçinin işyerinde bulunduğu sırada yapmış olduğundan, bu kaza iş kazasıdır.
Hem 5510 sayılı kanun hükümleri hem de 4857 sayılı kanun hükümleri birlikte ele alındığında işyeri dışında bir mahalde traktör ile yapılan kazanın bir iş kazası olduğu aşikardır.
Uygun illiyet bağı var mı?
Uygun illiyet bağının varlığından maksat sadece kaza ile çalışanın zararının arasındaki bağ değil, kazanın işverenin yürüttüğü iş ile olan bağıdır.
**Kaza ile işverenin yürüttüğü iş arasındaki illiyet bağını gösteren karineler;
1- İşçinin çalışma sırasında, işini yaparken bir kazaya uğraması durumda kaza ile iş arasında uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilir.
2- İşverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alma yükümlülüğünü ihlal etmesi sebebiyle oluşan kazada da uygun illiyet bağının varlığı kabul edilir.
3- Kazanın iş saatleri içersinde yapılmış olması da kaza ile iş arasında ygun illiyet bağının varlığına işaret eder.
4- Kazanın yürütülen işin tehlikeli bir sonucu olarak meydana gelmesi de illiyet bağını gösterir.
Traktör kazasında yukarıda sayılmış olan karinelerden ilk üç maddenin hepsine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ve kaza ile iş arasında uygun illiyet bağı vardır.
**Uygun İlliyet bağını kesen sebepler;
İşçinin kusuru,
3. kişinin kusuru ve
Mücbir sebeplerdir.
3- Kusur ve Sorumlukları:
Somut olayda mücbir sebep ve 3. kişinin kusuruna rastlanılmamaktadır.
İşçi: İşçinin yani kazazedenin de mütefarik bir kusuru görülmektedir. Ehliyeti bulunmadan traktör kullanmaktadır, ancak işverenin emir ve talimatı üzerine ve iş verenin ‘’bir şey olmaz hemen gidip geliriz’’ deyip zorlayarak kullandırması, işverenlerin işçilerin üzerindeki baskılarının göz önünde bulundurulduğunda işçilerin bunu yapacağı normaldir. İşçinin bu kusuru illiyet bağını kesecek kadar ağır değil sadece zarardan cüzi bir indirim sebebi sayılması gerekir.
İşveren: İşverenin ilk ağır kusuru ehliyetsiz birini araca bindirip iş yaptırmak ve karayoluna çıkarmaktır. Diğer kusuru ise kazaya sebebiyet veren demirlerin yanlış bağlanmasıdır. Demirlerin traktör kasasında yüklenirken eğik ve düzensiz bir şekilde yüklenmesi ve yolda giderken ağır demirlerin kasada yer değiştirerek traktörün gidişatını değiştirmesi ve kazaya sebep olmasıdır. İşveren demirleri yüklerken özen gösterseydi güvenli bir şekilde bağlasaydı veyahut bağlatsaydı kaza olmayabilirdi. Hiçbir önlem almayan işverenin kusuru ağırdır.
İş Davalarında Mahkemelerin Yetki ve Görevleri
Görev: 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 1. maddesine göre , iş kanunu'na göre işçi sayılan kimselerle (o Kanunun değiştirilen ikinci maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu'na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.
5521 sayılı kanunun hükümlerine göre iş mahkemesi kurulmayan yerlerde dava değerine göre genel mahkemelerde dava açılabilir.
Yetki: 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 5. maddesine göre, iş mahkemelerinde açılacak her dâva, açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgâhı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşme muteber sayılmaz.
Davalının ikametgahı ve işyerinin bulunduğu yerdeki mahkemelerde dava açılabilir
İLGİLİ YARGITAY KARARLARI
YARGITAY 21 HD 2008/7855E 2008/10193K
İş kazası sonucu maluliyetten doğan maddi tazminat istemidir. İş kazasına maruz kalan işçinin maddi zararının hesaplanmasında gerçek ücretin esas alınması temel koşuldur. İmzalı bordrolardaki ücret ile tanıkların bildirdiği ücretin farklı olması halinde, ücretin kesin olarak belirlendiğinden söz edilemeyecektir. O halde; işçinin yaptığı iş, deneyimi ve mesleki kıdemi gibi olgular belirtilerek, ilgili meslek odasından emsal ücret bilgileri celp edilerek ücret tespiti yapılmalıdır.
YARGITAY 21 HD 2007/17004E 2007/19663K
İş kazası sonucu ölümden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine ilişkin davada, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerce, İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşullar gözönünde tutularak kusurun aidiyeti ve oranı saptanmalıdır.
YARGITAY 21 HD 2003/7438E 2003/7548K
İş kazasından doğan tazminat davalarının özelliği gereği, İş Kanunu'nun 77.maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve aynı oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmalıdır.
YARGITAY 21 HD 2003/3160E 2003/3023K
Mahkemece yapılacak iş; işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden yukarıda açıklandığı biçimde inceletmek, verilen rapor dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilmek sigortalının ücretini belirlemek kazanç kaybını hesaplatmak ve sonuca göre karar vermekten ibarettir.
YARGITAY 21HD. 2004/956E 2004/1691Kİş kazası nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların ödetilmesine ilişkin davalar akde aykırı hareketten kaynaklanan tazminat davaları olduğundan BK’ nın 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabidir.
Yargıtay 10 HD 2002/1891E 2002/2479K
Trafik kazası, dolaylı da olsa işveren tarafından yürütülen iş dolayısıyla meydana gelmiştir. Bu nedenle işkazası olarak kabul edilmesi gerekir.
YARGITAY 21HD 2003/11977E 2004/2011E
Davacı, trafik kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsilini istemiştir. İstihdam edenin sorumluluğu için istihdam edenle istihdam olunan arasında çalıştırma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması, zararın hizmetin ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması, eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir. Başka bir anlatımla, kazanın işverenin işi görülürken gerçekleşmiş olması sorumluluk için yeterli olmayıp, eylemle zarar arasındaki uygun neden-sonuç bağının işçinin ya da 3. kişinin tam kusuru ile kesilmemiş olması zorunludur.Somut olayda, açıklanan hususlar yerine getirilmemiş ve kusur raporu alınmadan sonuca gidilmiştir.Mahkemece yapılacak iş; olayda davalının sorumluluğunun olup olmadığının tespiti için yöntemince uzman bilirkişi heyetinden kusur raporu almak ve alınan rapor ile dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirilerek sonuca gitmekten ibarettir.
YARGITAY 21HD 2006/4898E 2006/6306KYapılacak iş; işçi sağlığı ve iş güvenliği ile trafik konularında uzman kişilerden seçilecek üç kişilik bilirkişi kuruluna konuya inceletmek verilen raporu dosyadaki bilgi ve belgeleri birlikte değerlendirmek ve sonucuna göre karar vermektir.
YARGITAY 21HD 2007/20152E 2008/5565Kİş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi davalarında, tazminat miktarı, işçinin rapor tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Başka bir anlatımla, işçinin günlük brüt geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise, 60 yaşa kadar yıllık olarak % 10 artırılıp, % 10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşından sonrada bakiye ömrü kadar ( pasif ) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yönteme başvurulmadan, her yıl için ayrı ayrı hesaplanması gere
Etiketler:
iş hukuku,
iş kanunu,
iş kazası,
işçi hakları,
işveren,
trafik iş kazası,
yargısal içtihatlar,
yargıtay
İbrana İle İgili Bir yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK DAİRESİ 9
Esas No.
2007/34624
Karar No.
2007/30755
Tarihi
18.10.2007
4857-İŞ KANUNU (İK) 56/57/58/59
İZİN ÜCRETİ
MAKBUZ
İBRANAME
ÖZET
İBRANAMEDE MİKTAR BELLİ İSE MAKBUZ HÜKMÜNDEDİR. ANCAK MİKTARI BELLİ OLMAYAN, ALACAKLARI AÇIKÇA BELİRTİLMİŞ VE İMZALANMIŞ BELGE İBRANAME HÜKMÜNDEDİR.
DAVA :
Davacı, izin ücretinin ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm, süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Davacının izin ücreti alacağının ödenmediğini belirterek davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı; davacının haklarının ödendiğini ve ibraname imzaladığını savunmuştur.
Mahkemece ibranameye değer verilmeyerek istek doğrultusunda karar verilmiştir. Dosyada mevcut ibranamede alacakların kalemler halinde sayıldığı, davacının izin haklarını aldığını beyan ettiği görülmüştür. Dairemizin kararlık kazanan uygulaması; miktarlar yazılı olduğu takdirde ibranamenin makbuz niteliğinde olduğu, miktar yazılı olmayan ancak alacakların açıkça belirtmek suretiyle imzalanan belgelerin geçerli ibraname mahiyeti taşıdığı yolundadır. İbranamenin miktar içermemesi geçersiz olduğu sonucunu doğurmaz. İbranamenin içeriği ile davalı işverenin savunması arasında çelişkili bir durum da bulunmamaktadır. Mahkemece aksi düşünceyle ibranamenin geçersizliğine karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenlerle davacının davasının reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ :
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.10.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY
HUKUK DAİRESİ 9
Esas No.
2007/34624
Karar No.
2007/30755
Tarihi
18.10.2007
4857-İŞ KANUNU (İK) 56/57/58/59
İZİN ÜCRETİ
MAKBUZ
İBRANAME
ÖZET
İBRANAMEDE MİKTAR BELLİ İSE MAKBUZ HÜKMÜNDEDİR. ANCAK MİKTARI BELLİ OLMAYAN, ALACAKLARI AÇIKÇA BELİRTİLMİŞ VE İMZALANMIŞ BELGE İBRANAME HÜKMÜNDEDİR.
DAVA :
Davacı, izin ücretinin ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm, süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Davacının izin ücreti alacağının ödenmediğini belirterek davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı; davacının haklarının ödendiğini ve ibraname imzaladığını savunmuştur.
Mahkemece ibranameye değer verilmeyerek istek doğrultusunda karar verilmiştir. Dosyada mevcut ibranamede alacakların kalemler halinde sayıldığı, davacının izin haklarını aldığını beyan ettiği görülmüştür. Dairemizin kararlık kazanan uygulaması; miktarlar yazılı olduğu takdirde ibranamenin makbuz niteliğinde olduğu, miktar yazılı olmayan ancak alacakların açıkça belirtmek suretiyle imzalanan belgelerin geçerli ibraname mahiyeti taşıdığı yolundadır. İbranamenin miktar içermemesi geçersiz olduğu sonucunu doğurmaz. İbranamenin içeriği ile davalı işverenin savunması arasında çelişkili bir durum da bulunmamaktadır. Mahkemece aksi düşünceyle ibranamenin geçersizliğine karar verilmesi hatalıdır.
Bu nedenlerle davacının davasının reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ :
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.10.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.
Etiketler:
feragatname,
ibraname,
iş hukuku,
makbuz,
temyiz,
yargıtay iş hukuku
Türk Hukukunda Vatansızlar ( HAYMATLOS )
VATANSIZ(HAYMATLOS)
Vatansız, herhangi bir devletin kanunlarına göre vatandaş sayılmayan kimselerdir. [7] ALTUĞ Yılmaz s. 8
Vatansız kişi bir devletin vatandaşlığında olmadığı için, şahsı veya mallarına girişilen milletlerarası hukuka aykırı herhangi bir fiilden dolayı hiçbir devletin diplomatik korumasından yararlanamaz. Bu sebeple Vatansızların hukuki durumunu düzeltmek amacı ile Birleşmiş Milletlerin teşebbüsü ile “ Vatansız Kişilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme” 26.04.1954 te kabul edilmiştir.
Bu sözleşme ile vatansız kişi yabancıların hukuki durumunda kabul edilmiştir. Ancak bu kurala rağmen uygulamada vatansızlar ile yabancılar hiçbir zaman aynı konumda olmamıştır. Çünkü devletler iki veya çok taraflı sözleşmeler ile kendi vatandaşlarının karşılıklı olarak çeşitli türdeki haklardan faydalanmalarını sağlamışlardır. Vatansız kişiler hiçbir devletin vatandaşı olmadıkları için bu tür anlaşmalardan yararlanamamışlardır. Yine vatansızların hukuki durumunu düzeltmek için uluslararası alanda yapılan çalışmalardan biri de, Avrupa Konseyi Kişi Halleri Komisyonunca 04.12.1954 de kabul edilen “ Vatansızlık Hallerinin Azaltılmasına Dair Sözleşmedir.” Bu sözleşme de vatandaşlık hukuku anlamında önem taşımaktadır. Türkiye de bu sözleşmeye 1975 ten beri taraftır. [8] ÇELİKEL Aysel s. 17
İç İşleri Bakanlığı 12.07.2004 gün ve 2004/ 112 A.P.K. – 8 N.V.G. nolu genelgesinde vatansızlarla ilgili şunları belirtmiştir.
…Vatansız durumda bulunan kişilerin başvurularının kabul edilip edilemeyeceği hususunda tereddütlerin bulunduğu anlaşılmıştır. Vatansızlığın önlenmesi vatandaşlık hukukunun temel prensiplerden biridir. Bu açıdan vatansız kişilerin vatandaşlık başvuruları kabul edilecek olup, bunların ikamet durumları, Türk soylu olanlar için iki yıl, yabancı soylular için beş yıl olarak değerlendirilecektir. Yunanistan vatandaşı olan yada Yunanistan vatandaşlığından ıskat edilen yabancılar için Türk soylu olup olmadıklarına bakılmaksızın beş yıllık ikamet şartı aranacaktır…
29.05.2009 Tarihinde yürürlüğe giren 5901 Sayılı Türk Vatandaşlık Kanununda vatansızlığı önleyen bazı hükümler şunlardır.
MADDE 8- (1) Türkiye'de doğan ve yabancı ana ve babasından dolayı doğumla herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuk, doğumdan itibaren Türk vatandaşıdır.
MADDE 25- (1) Türk vatandaşlığından çıkmak için izin isteyen kişilere aşağıdaki şartları taşımaları halinde Bakanlıkça çıkma izni veya çıkma belgesi verilebilir.a) Ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak.b) Yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış olmak veya kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtiler bulunmak.c) Herhangi bir suç veya askerlik hizmeti nedeniyle aranan kişilerden olmamak.ç) Hakkında herhangi bir mali ve cezai tahdit bulunmamak.
MADDE 27-(3) Vatandaşlığın kaybı, çocukları vatansız kılacak ise bu madde hükümleri uygulanmaz
Vatansız, herhangi bir devletin kanunlarına göre vatandaş sayılmayan kimselerdir. [7] ALTUĞ Yılmaz s. 8
Vatansız kişi bir devletin vatandaşlığında olmadığı için, şahsı veya mallarına girişilen milletlerarası hukuka aykırı herhangi bir fiilden dolayı hiçbir devletin diplomatik korumasından yararlanamaz. Bu sebeple Vatansızların hukuki durumunu düzeltmek amacı ile Birleşmiş Milletlerin teşebbüsü ile “ Vatansız Kişilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme” 26.04.1954 te kabul edilmiştir.
Bu sözleşme ile vatansız kişi yabancıların hukuki durumunda kabul edilmiştir. Ancak bu kurala rağmen uygulamada vatansızlar ile yabancılar hiçbir zaman aynı konumda olmamıştır. Çünkü devletler iki veya çok taraflı sözleşmeler ile kendi vatandaşlarının karşılıklı olarak çeşitli türdeki haklardan faydalanmalarını sağlamışlardır. Vatansız kişiler hiçbir devletin vatandaşı olmadıkları için bu tür anlaşmalardan yararlanamamışlardır. Yine vatansızların hukuki durumunu düzeltmek için uluslararası alanda yapılan çalışmalardan biri de, Avrupa Konseyi Kişi Halleri Komisyonunca 04.12.1954 de kabul edilen “ Vatansızlık Hallerinin Azaltılmasına Dair Sözleşmedir.” Bu sözleşme de vatandaşlık hukuku anlamında önem taşımaktadır. Türkiye de bu sözleşmeye 1975 ten beri taraftır. [8] ÇELİKEL Aysel s. 17
İç İşleri Bakanlığı 12.07.2004 gün ve 2004/ 112 A.P.K. – 8 N.V.G. nolu genelgesinde vatansızlarla ilgili şunları belirtmiştir.
…Vatansız durumda bulunan kişilerin başvurularının kabul edilip edilemeyeceği hususunda tereddütlerin bulunduğu anlaşılmıştır. Vatansızlığın önlenmesi vatandaşlık hukukunun temel prensiplerden biridir. Bu açıdan vatansız kişilerin vatandaşlık başvuruları kabul edilecek olup, bunların ikamet durumları, Türk soylu olanlar için iki yıl, yabancı soylular için beş yıl olarak değerlendirilecektir. Yunanistan vatandaşı olan yada Yunanistan vatandaşlığından ıskat edilen yabancılar için Türk soylu olup olmadıklarına bakılmaksızın beş yıllık ikamet şartı aranacaktır…
29.05.2009 Tarihinde yürürlüğe giren 5901 Sayılı Türk Vatandaşlık Kanununda vatansızlığı önleyen bazı hükümler şunlardır.
MADDE 8- (1) Türkiye'de doğan ve yabancı ana ve babasından dolayı doğumla herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuk, doğumdan itibaren Türk vatandaşıdır.
MADDE 25- (1) Türk vatandaşlığından çıkmak için izin isteyen kişilere aşağıdaki şartları taşımaları halinde Bakanlıkça çıkma izni veya çıkma belgesi verilebilir.a) Ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak.b) Yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış olmak veya kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtiler bulunmak.c) Herhangi bir suç veya askerlik hizmeti nedeniyle aranan kişilerden olmamak.ç) Hakkında herhangi bir mali ve cezai tahdit bulunmamak.
MADDE 27-(3) Vatandaşlığın kaybı, çocukları vatansız kılacak ise bu madde hükümleri uygulanmaz
2009 Yargılama Parasal Sınırları
HUMK 8/1 görev sınırı: 7.080,00
HUMK 288/1,2 senetle ispat sınırı: 540,00
HUMK 427/2,3,4 temyiz (kesinlik) sınırı: 1.400,00
HUMK 427/5 Yargıtay duruşma sınırı: 14.200.00
HUMK 427/5 karar düzeltme sınırı: 8.510,00
HUMK 566/1 taksim davalarında usul sınırı: 7.080,00
İİK 363 İcra Hukuk temyiz 4.030,00
HUMK 288/1,2 senetle ispat sınırı: 540,00
HUMK 427/2,3,4 temyiz (kesinlik) sınırı: 1.400,00
HUMK 427/5 Yargıtay duruşma sınırı: 14.200.00
HUMK 427/5 karar düzeltme sınırı: 8.510,00
HUMK 566/1 taksim davalarında usul sınırı: 7.080,00
İİK 363 İcra Hukuk temyiz 4.030,00
Çek Tazminatına Dair Bir Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK DAİRESİ 12
Esas No : 2001/17167
Karar No : 2001/17860
Tarihi : 02.11.2001
6762-TÜRK TİCARET KANUNU ( TTK) 695/722
KARŞILIKSIZ ÇEK
CİRANTANIN SORUMLULUĞU
ÇEK TAZMİNATI
ÖZET
HAMİL, MÜRACAAT YOLUYLA ÇEK BEDELİNİ, İBRAZ GÜNÜNDEN İTİBAREN FAİZİNİ, PROTESTO VE İHBARNAME MASRAFLARINI VE ÇEK BEDELİNİN BİNDE ÜÇÜNÜ AŞAMAMAK ÜZERE KOMİSYON ÜCRETİNİ BORÇLUDAN TALEP EDEBİLİR. ÇEK TAZMİNATINDAN İSE KEŞİDECİ-BORÇLU SORUMLU OLDUĞUNDAN BU TAZMİNAT CİRANTA SIFATIYLA SORUMLU OLAN BORÇLUDAN TALEP EDİLEMEZ.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : TTK.nun 722. maddesi gereğince hamil, müracaat yoluyla çek bedelini, ibraz gününden itibaren faizini, protesto ve ihbarname masraflarını ve çek bedelinin %o 3' ünü aşamamak üzere komisyon ücretini borçludan talep edebilir. Çek tazminatından ise TTK.nun 695. maddesi gereğince keşideci-borçlu sorumlu olduğundan bu tazminat ciranta sıfatıyla sorumlu olan borçludan talep edilemez. Mercice borçlunun fer'i alacaklar yönünden itirazlarının sözü edilen madde çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde itirazın reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda açıklanan nedenle İİK. 366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 02/11/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY
HUKUK DAİRESİ 12
Esas No : 2001/17167
Karar No : 2001/17860
Tarihi : 02.11.2001
6762-TÜRK TİCARET KANUNU ( TTK) 695/722
KARŞILIKSIZ ÇEK
CİRANTANIN SORUMLULUĞU
ÇEK TAZMİNATI
ÖZET
HAMİL, MÜRACAAT YOLUYLA ÇEK BEDELİNİ, İBRAZ GÜNÜNDEN İTİBAREN FAİZİNİ, PROTESTO VE İHBARNAME MASRAFLARINI VE ÇEK BEDELİNİN BİNDE ÜÇÜNÜ AŞAMAMAK ÜZERE KOMİSYON ÜCRETİNİ BORÇLUDAN TALEP EDEBİLİR. ÇEK TAZMİNATINDAN İSE KEŞİDECİ-BORÇLU SORUMLU OLDUĞUNDAN BU TAZMİNAT CİRANTA SIFATIYLA SORUMLU OLAN BORÇLUDAN TALEP EDİLEMEZ.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : TTK.nun 722. maddesi gereğince hamil, müracaat yoluyla çek bedelini, ibraz gününden itibaren faizini, protesto ve ihbarname masraflarını ve çek bedelinin %o 3' ünü aşamamak üzere komisyon ücretini borçludan talep edebilir. Çek tazminatından ise TTK.nun 695. maddesi gereğince keşideci-borçlu sorumlu olduğundan bu tazminat ciranta sıfatıyla sorumlu olan borçludan talep edilemez. Mercice borçlunun fer'i alacaklar yönünden itirazlarının sözü edilen madde çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde itirazın reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda açıklanan nedenle İİK. 366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 02/11/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)